Eziyetin komedi hali-Dördüncü perde

Artık yapılabilecek pek fazla bir şey olmadığı için, akşamüstü herkesi eve gönderdim. Bu gece yoğun bakımın olduğu katta ben nöbet tutacağım. Hasta yakınları bir şey gerekebilir diye sürekli olarak burada bekliyorlar, ben de orada beklemeye başladım. Konuşmayı çok seven biri değilim, üstelik de tanımadığım insanlarla çabuk kaynaşamam. Bu nedenle kendi başıma bulduğum bir iskemlede beklemeye başladım.

Gece geç saatlerde, battaniyeler ve şezlonglar ortaya çıkınca, gördüklerime şaşkınlıkla baktım. İşittiğim konuşmalardan, günlerdir yoğun bakımdan çıkamamış hastalar olduğunu öğrendim. Umarım dede kısa bir zamanda odasına çıkarılır.

Bir araya odaya tuvalete çıkıp hemen de geriye döndüm ama o arada dedenin adını seslenmişler. Alınan kanlar aşağıya laboratuvara tahlil için götürülecekmiş. Orada bekleyenlerden birisi iyilik yapıp kan örneklerini aşağıya laboratuvara iletmiş. Bunları sonradan yoğun bakımın kapısında sorduğumda, oradakilerden öğrendim.

Sabaha kadar kattan hiç ayrılmadan bekledim, tuvalete gitmem gerektiğinde yakınımda bulunan birine bunu bildirdim. Neyse kazasız belasız gece sona erdi ama tedirginlikle ve insanların arasında öyle pek fazla uyuyamadım. Sabah karım erkenden tek başına hastaneye geldi, artık nöbeti onlara devretme zamanı geldi.

Dün gelen dayının oğlu ise yurt dışından gelen kız arkadaşıyla birlikte Şarköy’ün yolunu tutmuş, orada biraz dinlenip tatil yapacaklarmış.

hayat
Freedom

Kocam eve uyumak için gittikten sonra yoğun bakımın bulunduğu katta iskemlelerden birine oturup, yanımda getirdiğim romanı okumaya başladım. Doğal olarak orada hastalarını bekleyen insanlarla tanıştım, dert içerisinde yüzen insanlarını bazılarını dinledim. Çoğu endişeli bir şekilde yakınlarının yoğun bakımdan çıkarılmasını bekliyorlar, burada hastane mikrobu kapıp ölenlerin bile olduğu anlatılıyor.

Herkes bu kattan ayrılırken, yakınındakilere nereye gittiğini ve ne zaman geleceğini söylüyor. Ben de dışarıda sigara içip gelince, çevremdekilere çağırılıp çağrılmadığımı sordum. Hayır, cevabını alınca, tekrar elimdeki kitabı okumaya başladım. Oturup etrafa bakınarak zaman geçmiyor, insan sıkıntıdan patlıyor. Benim yabani kocam akşam burada tek başına ne yaptı acaba?

Bir ara dedemin adı seslenilince, uyandığını düşünerek sevinçle koşturdum. Seslenen hastabakıcının yanında, yoğun bakımda görevli olan bir doktorla karşılaştım. Hemen kendimi tanıtıp, neler olduğunu sorunca o da durumu anlatmaya başladı.

“Hastanız uyanalı epeyi bir zaman oldu, ancak kendisi fazlasıyla asabi. Etrafında bulunan herkese bağırıp çağırıyor.”

Ah dede! Yani yine yaptın yapacağını.

“Hasta yanına hiç kimseyi yaklaştırmadığı gibi, kendisine bir şey yapılmasına da izin vermiyor. Bir damla su bile içiremiyoruz.”

Ben işittiklerimi kafamda tartarken, ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Doktor aklımdaki sorulara hemen cevap buldu.

“Lütfen içeriye gelip kendisiyle bir konuşur musunuz?”

Hiç düşünmeden cevap verdim.

“Tabii, elimden geleni memnuniyetle yaparım.”

Konuştuğum doktorla birlikte yoğun bakımın kapısından içeriye girdim. Geniş salonun her tarafına, hasta yatakları konulmuş. Bana gösterilen bir askılıktan üzerime göre, önü kapalı bir mavi önlük giydim. İçerdekilerin ameliyathaneden buraya nakledilirken yanlarında getirdikleri mikroplardan kapmamak için ayağıma galoş ve ağzıma maske taktım Hazır olunca da beni bekleyen doktoru takip ederek yürüdüm.

Cama yakın bir yerde bulunan yatakta yatan dedemi görünce kafam karıştı. Kendisini çocukluğumdan beri tanırım ama onu hiç böyle asabi görmemiştim. Çevresinde bulunan kişiler sanki ayrı milletlerdenmiş gibi etrafına düşmanca bakıyor.

Doktora doğru dönüp usulca sordum.

“Bu durum narkozun etkisiyle mi ortaya çıkıyor?”

“Evet, onunda etkisi var, ama bu durumu esas yaratan kemik iliği.”

“Anlayamadım, onun bu durumla ne ilgisi var ki?”

” Kırılan kemik kesildiği için kemik iliği de kana karışıp beyine kadar bütün vücudu dolaşıyor. Beyinde de işte böyle tepkilerin ortaya çıkmasına neden oluyor.”

Endişeli bir şekilde sordum.

“Peki, bu hep böyle mi devam edecek?”

“Birkaç gün daha devam eder diye düşünüyorum.”

İçimden hapı yuttuğumuzu düşünürken, doktor dedeye doğru dönüp seslendi,

”Gözünüz aydın, bakın size torununuzu getirdim.”

Dedemle göz göze gelince, sevimli bir ifade takınarak hatırını sordum.

“Dedecim, ben geldim, nasılsınız? İyi misiniz?”

Sert bir iyiyim ifadesi takınarak gözlerini kırptı.

Eyvah ki ne eyvah, biz resmen yanmışız!

Şirinlik yaparak onu yumuşatmaya çalıştım.

“Bakın doktorunuz sizin için çok endişeli. İyileşmeniz için bol su içmeniz gerekirken, siz hiç içmiyormuşsunuz.”

Sinirli bir şekilde söylendi.

“Bunların verdiği suyu içmem, beni zehirlemek istiyorlar.”

Hemen alttan almaya çalıştım.

“Hiç öyle şey olur mu?”

Etrafa kuşkuyla baktıktan sonra fısıltıyla konuşmaya çalıştı.

“Sen bunları hiç tanımıyorsun. Beni burada esir aldılar, eve gitmeme izin vermiyorlar.”

Onu sakinleştirmek amacıyla, yavaşça elini tuttum.

“Dedecim, iyileşince zaten gideceksiniz, ne olur birkaç gün daha dişinizi sıkın.”

Elini sert bir şekilde geriye çekerken, hırsla konuştu.

“Şimdilik kıpırdayamıyorum ama en kısa zamanda bunların bir kaçının gırtlağını sıkacağım.”

Durum felaket!

Ne yapacağız, işte orası da meçhul!

Konuyu tekrar su meselesine getirip sordum.

“Dedem, size dışarıdan kapalı bir şişe su alıp getirsem onu içer misiniz?”

Başını evet der gibi sinirli bir şekilde salladı. Kendisi sürekli olarak tetikte, etrafı dikkatle kollayıp gözetliyor. Sanki Kurtlar Vadisi dizisi içinde yer almış gibiyim, başrolde de dedem oynuyor. Yani gece yarılarına kadar bu diziyi oturup seyrederse, sonunda olacağı da buydu.

Su konusunu bu şekilde halledince, doktor da en az benim kadar sevindi. Hiç vakit geçirmeden üzerimdekileri çıkarıp, yoğun bakımdan dışarıya çıktım. Aceleyle asansöre binip teras katında bulunan kafeye çıktım. Oradan birkaç şişe küçük su alıp hiç oyalanmadan geriye döndüm. Yoğun bakımın içerisinde tekrar üzerime bir şeyler giyip, doğruca dedemin yatağının başına gittim.

Yattığı yerde pür dikkat etrafı gözlüyor, gözler dört dönüyor!

Sanki her an gizli bir köşeden düşman saldırısı bekliyor!

Beni tekrar karşısında görünce, sinirli ve kuşkulu bir şekilde yüzüme baktı. Onun bu sinirli düşmanca bakışları, insanın ister istemez içini delip geçiyor. Ben yine işi şirinliğe vurup, elimdeki şişeyi ona gösterdim.

“Bakın size dışarıdan su alıp getirdim, bakın kapakları da kapalı. İsterseniz kapağını sizin gözünüzün önünde açayım olur mu?”

Başını sallayınca şişeyi ona doğru yaklaştırdım. Plastik şişenin kapağının açılırken kırılan plastiğin sesini duyunca, onun daha önce açılmamış olduğuna ikna oldu. Şişedeki suyu tedirgin bir şekilde içmeye başladı. Gün boyunca birkaç kez yoğun bakıma gidip ona aynı şekilde su içirdim. Gece boyunca öyle büyük bir problemle karşılaşmadım, sigara ve dert kardeşliği, burada tanıdıklarımı arttırdı.

Sabah dedemi de yoğun bakımdan çıkarıp ortopedi servisindeki odasına gönderdiler.

“Siz hepiniz katilsiniz, beni öldürmek istiyorsunuz,” diye sürekli olarak gelen gidene bağırınca, oradaki herkesin dayanma gücü tükenmiş. Diğer hastaların da iyiliği düşünülerek, bizimkisi acil koduyla yoğun bakımdan postalanmış.

~/~

Evden hastaneye gelirken yolda, ‘Bu gün de herhalde onu yoğun bakımda tutarlar’ diye içimden düşünüyordum. Yoğun bakım katında karımı beklerken göremeyince ben de oradan ortopedi servisindeki odaya çıktım. Kapıdan içeriye girdiğimde dedeyi yatakta görünce doğrusu oldukça şaşırdım.

İçten ve sevinçli bir şekilde hatırını sordum,

“Geçmiş olsun dedem, nasılsınız? Maşallah sizi çok iyi gördüm!”

Bana ters bir şekilde baktıktan sonra cevap vermeden karıma doğru dönüp sordu.

“Kim bu adam?”

Karım tüm şirinliğiyle ona cevap verdi.

“Aşkolsun Dedem! Kocamı tanımadınız mı?”

Bana yine kızgın bir ifadeyle baktı,

“Senin kocan yani şimdi bu mu?”

“Evet, siz de biliyorsunuz.”

Birkaç saniye boyunca beni tepeden tırnağa inceledikten sonra ona cevap verdi.

”Bu adamı hiç gözüm tutmadı. Sen iyisi mi hemen ayrıl ondan.”

“Hiç öyle şey olur mu dedem? Eminim şaka yapıyorsunuz.”

Bu sözlere sinirli bir şekilde tepki gösterdi.

“Ne şakası! Ben bu adamı sevmedim, üstelik onun halini tavrını da beğenmedim. Yol yakınken, beni dinle de ayrıl ondan.”

Ne diyeceğimi bilemeden öylece ona baktım, yani resmen nutkum tutuldu. O arada bana yine düşmanca bakıp tehditkâr bir tonla konuşmaya başladı.

“Torunumu kandırmışsın ama ben yemem. Sen de onlardan birisin, beni öldürmek istiyorsun.”

Bu suçlamayla birlikte bende film iyice koptu, ne yapacağımı şaşırdım.  Söylediklerini gerçek zanneden biri olsa, gerçekten yandık.

Günlerdir hastanede dedenin sağlığına kavuşması için oradan oraya koşturuyorum, ama ona kendimi bir türlü beğendirememişim. Beyefendinin beni nedense gözü tutmamış, düşmanı olarak görüyor. Onu görüp daha fazla sinirlenmemek için odadan hışımla dışarıya çıktım.

Arkamdan gelen karım, koridorda durumu doktordan öğrendiği şekilde bana da anlattı.

“İdare edeceksin, birkaç gün daha böyle!”

Bu sözlerle dedenin davranışlarının nedenini anlaşıldı, ben de böylece alınganlığı bir tarafa bıraktım. Yani hastaneye geldiğimden beri şok üstüne şok yaşıyorum.

O arada doktor hemşireyle birlikte odaya geldi. Hastanın durumunu bildiği için onunla kibarca konuşmaya çalıştı.

“Sizden şimdi biraz kan alacağım, böylece iyi olup olmadığınızı kontrol edeceğiz. Bana izin verir misiniz?”

Dede, gözlerini açıp, sinirli bir şekilde karşı çıktı.

“Hayır, vermiyorum. Biliyorum beni zehirleyeceksiniz.”

Ardından da avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı

“İmdat! Burada adam öldürüyorlar.”

Doktor karşılaştığı bu tepki üzerine, apar topar dışarıya çıktı. Kendisiyle koridorda konuştuk, zorla da olsa ondan kan almak zorundalar.

Karım tekrar odaya girip onu ikna etmeye çalıştı.

“Dedem boşuna karşı çıkıyorsunuz, doktorun kötü bir amacı yok.”

O anlatılanları hiç dinlemiyor, onun bütün dikkati açık olan camda.

Dışarıda hastaneye hizmet veren bir taksi durağı var. Şoförler çay içip sohbet ederken, gürültüler ve konuşmalar dördüncü kata kadar ulaşıyor.

Dede, sanki sakinleşmiş gibi usulca sordu.

“Dışarıda birileri mi var?”

Onun bu sakin haline sevinen karım safça ona cevap verdi.

“Aşağıda taksi durağı var, oradaki şoförlerin sesleri geliyor.”

Kapı aralığından dedenin karıma cevap vermesini beklerken, o avazı çıktığı kadar cama doğru bağırmaya başladı

“İmdat taksi durağı şoförleri! Burada adam öldürüyorlar.”

Karım, üzgün bir şekilde yaptığının doğru olmadığını anlatmak istedi.

“Dedecim, böyle yapmayın lütfen. Gerçekten çok ayıp oluyor.”

O bu söylenenleri duymamış gibi yüksek sesle bağırmaya devam etti.

“İmdat taksi durağı şoförleri! Burada adam öldürüyorlar.”

Karıma destek olmak için odaya girdiğimde normal biri gibi sordu.

“Burası neresi? “

Karım gibi ben de düzeldiğini düşünerek sevinçle cevap verdim.

“Hastanedeyiz dede.”

Azarlar gibi yüksek tonda sorusunu yineledi.

“Onu anladım da, burası neresi?”

Alttan almaya çalışarak öylesine cevap verdim.

“Dördüncü katta, ortopedi servisindeyiz!”

Bu sözlerle dede tekrar bağırmaya başladı,

“İmdat şoförler! Dördüncü katta adam öldürüyorlar.”

“İmdat şoförler! Ortopedi servisinde adam öldürüyorlar.”

Bu bağırışlar, doktorun yanında bir hastabakıcıyla birlikte gelmesiyle daha da arttı. Doktorun işaretiyle, dedenin bir kolundan ben diğerinden hastabakıcı sıkıca tuttuk. Doktor, imdat sesleri ve bağırış çağırış sırasında zar zor bir tüp kan alabildi. Tabii o arada ne anamız, ne babamız ne de sülalemiz kaldı. Odada bulunan herkes edilen küfürlerden nasibini bolca aldı.

Gündüz yaşadığımız bu kâbus, karım eve gittikten sonra dede ile benim aramda yaşanan büyük bir savaşa dönüştü. Doktorlar çok hareket etmemesi konusunda, bizleri uyardıkları için doğal olarak hassas davranıyoruz. Dede ise her aklına geldiğinde, eve gitmek için ameliyatlı haline hiç bakmadan yataktan kalkmaya çabalıyor. Ben de onu kıpırdatmadan tutmaya çalışıyorum. Ben ona engel olmaya çalıştıkça bana daha çok kızıyor, ağız dolusu küfrediyor. Altına bağladığımız bezi hemen yırtıp atıyor, sondasını çekip çıkarıyor.

Sonunda bu iş sıkıcı ve yıpratıcı bir hal alınca doktor ve hastabakıcının yardımıyla elleri yatağın kenarlarına bağlandı. Serumuna da sakinleştirici ve uyku verici ilaçlar eklendi. O haline bile bakmadan bana yine de ayağıyla sürekli tekme atmaya çalıştı. Gözünü açtığı bütün zamanlarda bağlı ellerini kurtarmaya çalışıp, sürekli olarak küfretti.

Ertesi sabah dedenin oğlu nihayet Amerika’dan dönüş yaptı. Eşi hem yol yorgunluğunu atıp dinlenmek, hem de küçük oğlunu görmek için havalimanından doğruca Şarköy’e giderken, kendisi de öğlene doğru hastaneye geldi.

Nasıl olduysa yaşanan terör sanki bıçakla kesilmiş gibi bir anda sona erdi. O etrafına ana avrat küfreden, acımasızca tekme atmaya çalışan, herkesin onu öldüreceğine inanan asabi adam bir yerlere gitti. Onun yerine sakin, sesi çıkmayan ve sürekli uyuyan birisi geldi. Bu duruma oğlunun gelişimi yoksa kana karışan iliğin ve narkozun etkisinin geçmesi mi neden oldu bilemedik.

Oğlu oradaki hastabakıcılardan, akşam için dedenin yanında kalacak bir refakatçi tuttu. Ben bütün enerjimi ve iyi niyetimi tükettiğim için hastaneden çıkıp eve döndüm. Karım, anneanne ve dayı ilerleyen günlerde hep birlikte dede ile ilgilendiler, ben sadece gerektiğinde hastaneye gidip geldim. Üçüncü günden sonra doktorların söylemesiyle kaldırılıp yürütülmeye çalışılan dede, maalesef bunu hep erteledi.

Şarköy’e gidenlerin tatilleri iyi gitmiş, stress atıp dinlenmişler. Dede bir hafta sonra hastaneden taburcu edildi ve onlar arabayla doğrudan Ankara’ya gittiler. Yaşadığımız bunca yorgunluk ve kâbusla birlikte, karım ve ben günlerce kendimize gelemedik. Onları bir müddet görmemek bana çok iyi geldi. Anneanne, Nahide Hanımın peşine takılıp bizi bu hastaneye sürükledi, ayrıca kocasına bir refakatçi tutmaktan bile imtina ederek bizim resmen canımıza okudu.

Karımın söylediğine göre Dede, Ankara’da tanıdıkları bir aile dostu doktor vasıtasıyla fizik rehabilitasyona gidip gelmeye başlamış. Yanına hastaneden erkek bir bakıcı tutmuşlar, her şey iyi gidiyormuş. Dedenin Ankara’dan ayakta yürüyerek geri dönmesini beklerken, on beş gün sonra onu daha fazla gerilemiş olarak iskemlede karşımızda bulduk. Oğlu, annesinin özellikle istediği bakıcı adamı da yanında getirmişti.

Karımın dayısının eşi telefonla konuştuğu karıma, dedeyi İstanbul’a göndermek zorunda kaldıklarını belirtti, yoksa sinirden kocası kalp krizi geçirebilirmiş. Karım bu sözlere cevap bile verememiş, kendileri Şarköy’de oğluyla birlikte tatil yaparken, hastanede neler çektiğimizi bir allah bir de biz biliyoruz. Tabii bunları onların yüzlerine vurmadığımız için suçluyuz ama onların öncelikleri çok farklı.

Anneannenin oğlu birkaç gün içinde adamı ve dedeyi burada bırakıp Ankara’ya döndü. Kocasının bakıcı kadınları rahat bırakmayacağını düşünerek muhakkak erkek bakıcı isteyen anneanne, yıkanmayı sevmeyen bu adamdan çok çabuk vazgeçti. Gerçekten de evin kapısından içeriye girildiğinde kötü bir koku insanı karşılıyordu.

Dede, anneannenin ve oğlunun bir türlü kabul etmediği ama bizim emin olduğumuz demans nedeniyle, düşmekten çok korktu ve yaşadığı sürece bir daha yürümek istemedi. Doğal olarak bakıma muhtaç oldu. Bundan sonra dede için bakıcı olarak Türk kadın bulamadık, çünkü onlar bu işi yapmak istemiyorlar. Etraf araştırılıp süslü genç bir Türkmen bakıcı kadın bulundu. Kadın aylık 600 Dolar ücret alacak, beşe gün evde kalacak ama hafta sonu izine çıkacak ve 50Tl yol parası alacak. O olmadığı zaman da karımla ben gidip gönüllü ve ücretsiz bakıcılık yapacağız.

Anneanne, o adamdan sonra bu kadına kurtarıcı gibi dört elle sarıldı. Ben kadına önce kilolu olan dedenin alt bezinin nasıl değiştirileceğini, sonda takmayı ve idrar torbası boşaltmayı öğrettim. Hafta sonları da izine gittiğinde, temizlik görevini ben devraldım.  Karımla birlikte iyi niyetimizle köle işçiler gibi çalışıp durduk.

Yabancı genç bakıcı kadınların Türkiye’de muhakkak bir erkek arkadaşları olduğu için, onlara para yetiştirmek için mecburen elleri uzun oluyor. Bizimkilerden ilk ikisi böyle üçer ay arayla kaybolup gittiler. Arkalarından markete taktıkları borçlar ve cüzdandan yürütülen paralar ortaya çıktı.

Yazın sıcağında Şarköy’de ben dedenin bokuyla püsürüyle uğraşırken, karım İstanbul’da kaçan kadının yerine yeni bakıcı bulmaya çalışıyordu. Allahtan moralimizi düzeltmek için bize Paris’ten resimler gönderildi. Allah razı olsun, ne kadar düşünceliler.

Aylar süren bu yorucu ve üzücü süreç, Ağustos ayında Şarköy’de dedenin aramızdan ayrılmasıyla son buldu. Ev bir anda dolup taştı, anneannenin yaptığı hiçbir şeyi beğenmeyip hep küfür eden dede yine onun sevdiği oldu. Anneannenin oğlu ailesiyle birlikte hemen Şarköy’de yerini aldı, dedenin cenazesi yıkanırken iki oğlu ve kendisi orada boy gösterdi. Biz ortalığı gösteri grubuna bırakıp arkaya çekildik. Cenaze sonrasında biz karımla hemen İstanbul’a döndük, artık bu kadar yeter. Evimiz bize o kadar güzel, sessiz geldi ki hiç anlatamam.

3 comments

    • Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. Herkes on yıldır çok huzurlu ama karımla ben çevremize karşı fazla duyarlı olmanın bedelini ödemeye devam ettik. Dede 2010 yılının Ağustos ayında vefat etti. Bir ay sonra karımın babasının lösemi olduğu anlaşıldı, karım 18 ayını Ankara’da yine hastanede geçirdi ve 2012 Nisanında bu film de sona erdi ama bizim için değil. karım o yıldan beri her gün sakinleştirici hap kullanıyor. Huzur bir yerlerde ama ona gerçekten çok rastlamak istiyoruz. Tekrar teşekkür ederim, saygı ve sevgilerimle.

      Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s