Eziyetin komedi hali-başlangıç

Şarköy June 2007 024

Karımla birlikte ikimizin çevremize ve yakınlarımıza karşı sorumluluk anlayışımızın üst seviyede olması, kendimizden önce ihtiyacı olanlara öncelik tanımamız ve vicdanımızın sesini dinlememiz bizi her zaman çok yormuştur ama içimiz de hep rahat etmiştir. Yakınlarımız tarafından acımasızca duygu sömürüsüne maruz kalmış ve kullanılmışızdır ama keşke sözlerini kullanacak bir davranış içinde hiçbir zaman olmamışızdır.

Şimdi anlatacaklarım ‘Allah bizi sınıyor herhalde,’ diye düşündüğümüz anların çok fazla olduğu ama çok şey öğrendiğimiz bir süreçtir. Her şeyin üst üste geldiği, ruhen yorgun olduğumuz zamanların içinde yaralarımızı sarmaya çalışırken yine de gösterdiğimiz insanüstü çabaların akıl almaz hikâyesidir.

2009 yılına geldiğimizde köpeğimiz Tarçın’ın epilepsi krizleri sanki durulmuş gibi hissediyorduk. Aylık süreçte tekrarlayan krizlerden sonra iki aylık dönem bizi umutlandırmıştı ama Mart ayı sonunda her şey birden sona erdi. Tarçın, sanki kriz fırtınasına yakalandı ve sonunda kalbi dayanamayıp bizlere veda etti.

Doğal olarak evimizin bir ferdini kaybettiğimiz için çok üzüldük, kendimizi toparlamak için karım kendi işiyle uğraşırken ben de yazılara ağırlık verdim. Sonuçta yaşamaya devam ettik, çünkü başka türlü kendimizi toparlamamızın imkânı yoktu. Haziran başında karımın anneannesi ile dedesini Şarköy’e götürüp bıraktık. Onlarla bir hafta kadar zaman geçirip geriye döndük.

Temmuz ayı ortasında daha önceden planladığımız gibi Ayvalığa kız kardeşimin yanına gittik. On gün kadar orada kaldık, çevreyi gezdik denize girip dinlendik. Tekne turlarına çıktık, Belma Abla ile birlikte Ayvalık ve Cunda’da kahve keyifleri yaptık, Patriçe’de tenha sahilde denize girip günümüzü değerlendirdik.

İstanbul’a geri döndüğümüzde oldukça boğucu bir havayla karşılaştık. Hiç esmiyor, neredeyse yaprak bile kıpırdamıyor. Takılı olan plastik panjurlara ve yapılmış olan dış yalıtıma rağmen evin içerisinde ısı oldukça yüksek. Ardına kadar açık olan camlar ise sinekliklerin sayesinde sadece dışarıdaki sıcak havanın içeriye girmesine yardımcı oluyor. Tavanda dönen pervane ise sanki sadece sıcaklığın yer değiştirmesine yardım ediyor.

Doğal olarak normal hayatımıza geri döndük, karım on beş gündür gidemediği işine başladı,  ben de yazılarımla baş başa kaldım. İstanbul’da şu an bizden başka yakınımız olmadığı için günler sakin bir şekilde geçmeye başladı.  Derken bir öğlen çalan telefonun sesini duydum, salonda oturduğum berjerden kalkıp küçük odaya gittim. Telefonun ekranında görünen numaradan Şarköy’den arandığımı hemen anladım. Yani bir istekleri olmasa beni hatır için aradıklarını görmediğim için ne istediklerini saniyeler içinde aklımdan geçirip tahmin etmeye çalıştım.

Bir sonuca ulaşamayınca ısrarla çalan telefonu açtım, daha alo der demez kulağımda karımın anneannesinin endişeli sesini işittim.

İster istemez merakla sordum.

“Sesiniz telaşlı geliyor hayrola kötü bir şey mi var?”

“Evet, gece dede karanlıkta yere düşmüş, ben de onu sabah uyanınca aşağıda buldum.”

“Kendisini herhangi bir doktor gelip gördü mü?”

“Hayır, henüz doktora götüremedik, neyi var bilmiyoruz.”

“Onu ambulans çağırıp gecikmeden hastaneye götürmelisiniz. Oradakiler size yardımcı olurlar.”

“Onlar zaten gelip yardımcı oldular, dedeyi yerde bir yatağın üzerine aldık.”

“Öyle olmaz, hastaneye götürmelisiniz.”

“İşte ben de zaten seni onun için arıyorum. Bunu ben tek başıma yapamam, hemen buraya gelebilir misin?”

“Benim oraya gelmem beş altı saati bulur, siz beni beklemeden harekete geçin.”

“Yok, seni bekleyeceğim, gelince gerekeni yaparız.”

“Siz bilirsiniz, akşamüstü görüşürüz.”

Telefonu kapatınca ne kadar haklı olduğumu gördüm, işleri olmayınca özledikleri için beni arama ihtimalleri sıfır. Zaten evlerinde benimle ilgili en ufak bir resim veya hatıra da yok. Beni damat olarak kendilerince yok saydıklarını gayet iyi biliyorum ama arada karım var, onu üzmek hayatta en son istediğim şey.

Karımın annesi yani kızları rahmetli olduğu için onun bu sorumlulukların maalesef biz ikimiz üstleniyoruz. Her şeye karımla birlikte koşturuyoruz, doktora, ilaca, alışverişe yani çok şeye ama onların gözünde köpek kadar değerimizin olmadığının farkındayım.  Oğlu Ankara’da yaşıyor, karısı Amerikalı ve orada bir Amerikan okulunda görevli. Şimdi de ailesiyle birlikte yaz tatili için Amerika’da, programını bozup oradan yardım için acilen gelme ihtimali ise hiç yok. Önceliklerinin kendileri olduğunu tanıdığım kadarıyla gayet iyi biliyorum.

Şimdiye kadar olduğu gibi yine bir şeyler yapacak olan bizleriz, bu çok açık. Dedeyi hastaneye götürmek için bizi beklemeleri çok saçma. Oradaki komşuları tanıyorum, hepsi de ona yardımcı olurlar çok iyi biliyorum ama anneanne ısrarla bizi bekliyor. Yapacak bir şey yok, takılınca takılıyor işte. Biz gitmeden de o adam hastaneye gidemeyecek, bu belli.

Karımı fazla telaşlandırmadan, olanları ona nasıl anlatırım diye düşünürken o beni cep telefonumdan aradı. Sesi oldukça kötü geliyor, belli ki o da anneanne ile konuyu konuşmuş.

Bende ona biraz önce telefonla konuştuklarımı anlattım.

“Yani sözün kısası, bulduğum ilk otobüsle yola çıkacağım.”

“Ben burada meraktan ölürüm, beni bekle hemen toparlanıp eve geliyorum, Şarköy’e arabayla beraber gideriz.”

Onun yumuşak karnı da çocukluğunun en önemli figürleri olan anneanne ile dede ve onların sağlık durumları. Söylediklerinde çok haklı, ayrıca orada ona ihtiyacım da olabilir.

Telefonu kapatır kapatmaz, hemen arka odadaki gardırobun üst kısmından birkaç gün önce yerine yerleştirdiğim büyük seyahat çantalardan birini indirdim. Orada yetecek kadar giyeceğimi de çekmecelerden çıkarıp hazır ettim. Çok geçmeden karımda eve geldi. İş elbiselerini değiştirdikten sonra, giyecekleri ve diğer eşyaları zaman geçirmeden çıkardığım büyük seyahat çantasına yerleştirdi.

~/~

Hazır olunca hiç vakit geçirmeden yola çıktık. Arabayı kocam kullanmak istedi, bu benim açımdan hem çok iyi hem de çok kötü. Yaşadığım bu panikle araba kullanmak istemiyorum ama kocam her zaman yakıt tasarrufu yapacağım diye gerekmedikçe doksan kilometreden hızlı gitmez. İstanbul trafiğinde hadi neyse ama şehirler arası yola çıkınca, korktuğum da başıma geldi. Aman yarabbi, şimdi de aynı şekilde normal süratle gidiyor. Benim ne kadar endişeli olduğumun farkında değil mi? Bassana şu gaza be adam!

~/~

Karım ağzını açıp bir şey söylenmese de adım gibi eminim içinden bana çok kızıyordur ama esas şimdi sakin olup dikkatle araba kullanma zamanı. Telaşla hareket etmenin bize hiç bir faydası olmayacağını tecrübelerimden iyi biliyorum ama yine de arabanın hızını arttırıp ortalama olarak yüze çıkardım. Yol boyunca karım çoğunlukla homurdandı, bazen de surat asıp uyumaya çalıştı. Aslında bu sefer gerçekten de benzin tasarrufu yapmayı düşünmedim, sadece dikkatli bir şekilde hareket etmeye çalışıyorum. Tabii bunu da ne yapsam karıma anlatamam, o bu güne kadar yolda yaptıklarıma bakarak bu konuda kararını kendince vermiş bir kere!

Yollarda çok fazla oyalanmadan hareket edip saat dört gibi Şarköy’e ulaştık. Arabayı evin önünde park ettiğimde, sahil güneşlenen ve denize girenlerle doluydu. Arabadan indiğimizde anneanneyi evin kapısında gördük, onunla birlikte etraftan bizi gören komşular da hareketlendiler. Yanına gittiğimizde sevinçle sarılıp yanaklarımızdan öptü, artık yalnız olmadığını hissederek oldukça da rahatlamış görünüyor. Yine de oldukça kızgın ve endişeli bir şekilde söylendi.

“Adam elektrik harcanacak diye gece ışıkların hepsini kapatıp oturuyor. Bak şimdi olanları görüyor musunuz?”

Dedeye neler olduğu sorulup öğrenilemediği için sabah bulunduğu yere göre bir yorum yapılmış. Dede anneanne yattıktan sonra tek başına ışıkları kapatıp televizyon seyretmeye başlamış, her zaman olduğu gibi yine kanepede uyuya kalmış olmalı. Saat kim bilir kaçsa uyanmış ve gidip dolabın üzerinde duran televizyonu, açma kapama düğmesinden kapatmıştır. Doğal olarak etrafında her yer, aniden kapkaranlık oluvermiş. Dolapla yukarıya çıkan merdiven arasında, tahminen üç dört adım kadar bir mesafe vardır. Dede, merdivenin yanında bulunan tutunma demirlerine ulaşamadan, o karanlıkta dengesini kaybedip yer karosu ile kaplı olan zemine boylu boyunca düşmüş.

Anneanne sabah uyandığında, dedeyi alt katta merdivenin başında yerde yatarken bulmuş. Dede hem çok ağır olduğu için hem de bir yerinde kırık olabilir endişesiyle, onu düştüğü yerden tek başına hareket ettirememiş. Böyle durumlarda otomatik olarak duygu sömürüsü havasına giren dede, bu acındırma pozisyonunda fazla konuşmamaya çalışır.

Anneanne doğal olarak heyecanla dışarıya çıkıp etraftaki komşularından yardım istemiş. Erken kalkmış olan komşulardan gelenler, dedeyi acil olarak hastaneye kaldırmak istemişler ama anneanne onları nedense durdurmuş. Yaşlı adamı taş zeminin üzerinde tutamayacakları için yukarı kattan küçük bir yatağı alıp aşağıya indirmişler. Onu yattığı yerden yatağın üzerine zar zor çekerek yerleştirmişler.

Balkonda ayaküstü konuştuğumuz Tuna abinin tahminine göre, dedenin kalçasında kırık varmış. Anlatılanları yorum yapmadan dinleyip çok oyalanmadan içeriye girdik. Dede yere konulmuş bir yatağın üzerinde, öylece hiç kıpırdamadan hareketsiz yatıyor. Karım heyecanla çömelip yumuşak bir sesle hatırını sorduk.

“Ne oldu dedem, bir yeriniz ağrıyor mu?”

Tepki bile vermeden gözleri kapalı öylece kıpırdamadan yatıyor ama bizi işittiğine adım gibi eminim. Şu an bizlere karşı her zaman yaptığı gibi mağduru oynuyor, sesi pek fazla çıkmıyor. Aslında canı çok kıymetlidir ve iyi numara yapar, hiç acımadan adam kullanmayı da çok sever. Gözünü açıp bizlere cevap vermeyince, ısrardan vazgeçip kendi aramızda şu an neler yapabileceğimizi konuştuk.

Anneanne hastanede bizim huysuz dede ile uğraşmak istemediği için sorumluluğu bizim üzerimize yıkmaya karar verip saatlerce beklemiş.  Biz de hiç vakit kaybetmeden, telefonla 112 Acil ambulans hizmetini aradık. On beş dakika bile geçmeden, ambulans evin kapısına gelmişti.

Ambulanstan inen iki sağlık görevlisi ile şoför, içeriye girip bir sedye ile dedenin başına geldiler. Hemşire onun tansiyonu ölçerken, diğerleri de hazırlıklarını yaptılar. Kalça kırığı şüphesi olduğu için kaşık sedye denilen bir sedye yardımıyla her iki yandan birden kavrayarak, dedeyi dikkatle yattığı yataktan aldılar. Ağır sıklet güreşçisi gibi iri biri olan dedeyi kaldırıp ambulansa götürüp yerleştirmek için bizler de sedyenin taşınmasına yardımcı olduk

Merakla yaşananları seyreden mayolu insanların arasından yola çıkan ambulansın arkasından, ben de karımla birlikte arabayla hareket ettim. Doğal olarak fişek gibi giden, hiçbir şekilde durmayan ambulansa yetişemedik. Devlet hastanesinin bahçesinde arabayı park edip, doğruca Acil Servis’e koşturduk. Dedeyi içeride tekerlekli sedyeyle birlikte koridorda bir kenara koyup gelmemizi beklemişler.

Sağlık karnesinden gerekli olan kayıtlar yapıldıktan sonra, acil doktoru bizi röntgene yönlendirdi. Orada güçlükle çekilen röntgenlerin sonuçlarına göre kalçada kırık olduğu açık bir şekilde ortaya çıktı. Acil Servis’te görevli olan doktor, röntgenleri ışıklı bir ekranda dikkatle inceledikten sonra durumu bize basit bir şekilde açıkladı.

“Hastanın ameliyat edilmesi gerekiyor, ama bunu bu hastanede yapamayız. Hastanızı ya Tekirdağ’da bir hastaneye ya da sizin istediğiniz bir başka hastaneye havale edeceğim.”

Karım, evde haber bekleyen anneannesine telefon edip durumu tüm açıklığıyla anlattı, kararı doğal olarak o verecek. Tekirdağ’da bulunan özel Yaşam hastanesini gayet iyi biliyoruz, dede birkaç sene önce orada safra kesesi ameliyatı olmuştu. Ayrıca ambulans dedeyi oraya hemen de götürecek, en mantıklı olan seçim de bu. Adam zaten dün akşamdan beri uygun olmayan yerde yatıyor, bir an önce hastaneye ulaşır ve tedaviye başlanır.

Biz anneannenin daha önce gittiği Tekirdağ Yaşam hastanesini seçeceğini düşünmüştük ama o beklenmedik bir şey yaptı. Karımın bütün ısrarına rağmen tüm bu mantıklı önerileri kabul etmedi ve verilecek en kötü kararı verdi. Dedeyi İstanbul’da Altunizâde de bulunan Marmara Üniversitesi hastanesine götürmek istiyormuş.

O anda böyle bir kararı işin maddi yönünü düşünerek mi yoksa başka nedenlerle mi verdi onu tam olarak anlayamadık ama doktor onun isteği doğrultusunda havalesini yaptı. Gitmek istediği bu hastaneyi çok iyi biliyorum. Dedeyi daha önce birçok kere götürmüş, hatta kilolarca üzüm yiyip mide kanaması geçirdiğinde bir gece Acil Serviste onunla beraber kalmıştık.

Ne yapılacağı artık kesinleşti ama şimdi önümüzde çözülmesi gereken büyük bir problem daha var, dede İstanbul’daki hastaneye nasıl götürülecek?

Burada ki devlet hastanesi İstanbul’a kadar hasta nakil ambulansını vermiyor, geriye bir tek şoförler cemiyetinin hasta nakil ambulansı kalıyor. Oradaki hastane görevlileri, bize şoförler cemiyeti ambulansının şoförünün telefonunu kolayca buldular.

Bize verilen cep telefon numarasından şoföre kolayca ulaştık. Kendisi şuan İstanbul’dan Şarköy’e doğru yol alıyormuş, hastamızı ancak yarın sabah İstanbul’a götürebilirmiş. Kendisine istenen ücreti de sorduk, Şarköy’e gelince bizimle telefonla temasa geçeceğini belirtince konuşmayı sonlandırdık. Zaten bu saatte İstanbul’a bizler de gidemeyiz hem yorgunuz hem de anneannenin gidiş için hazırlanması gerekiyor.

Hikayenin devam bölümü: Eziyetin komedi hali-Taksi ambulans

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s