Kot Aşkına

Kışın okullar başladığında herkes kendi derdine düşüyor, aslında iki senedir ortaokul bitirme sınavlarında çok fazla sıkıntı çektim. Okulda İngilizce öğretmeni Vildan Hanımın beni soğuttuğu İngilizce dersi resmen başıma dert oldu. Yazın imtihanlardan önce annemin komşuları vasıtasıyla bulduğu, bizim korunun yakınındaki sokakta oturan genç bir kızdan ders aldım. Kendisi English High School’da okuyormuş ama ben o okulun ne adını duydum ne de yerini biliyorum.

Derslere kızın giydiği o zamanlar moda olan süper mini etekleri ve düzgün ince bacaklarını görmeye gitmiyordum.  Her şeyi çok anlaşılır bir şekilde anlatması benim ilgimi çekmişti, İngilizceyi sanki yeniden keşfedip sevdim. Kızın işini ciddi bir şekilde yapması, taviz vermeden beni çalıştırıp dili öğretmesi de işin en önemli yönüydü.

Önceden korkarak gittiğim İngilizce imtihanına güvenle girdim ve çok iyi bir notla geçtim, o zamandan sonra bir daha dilden hiç korkmadım. O kızın bana yaptığı iyiliği asla unutamam.

O yıl Eylül ayı geldiğinde orta dereceli okullar da eğitim her zaman ki gibi yine zamanında başlamıştı. Sınıfta İngilizce öğretmenimiz İmer Evren Hanım ile tanıştık, kendisi dile çok önem veriyor. Biz öğrencilerin ufkunu genişletmek için Gatenby kitabı okunan lisede ‘Living English Structure’ kitabını takip etmeye başladı. Bizler Mr Brown’ın günlük maceraları ile yetinmeyip ciddi olarak dil bilgisi öğrenmeye başladık.

Görseller: Atatürk Kültür Merkezi Kütüphanesi

Dersi seviyorum, zaten geçtim ama matematik ve fizik dersleri benimle uyum sağlayamadı. Maalesef üç dersten sınıfta kaldım. Çıkan kanunla da bir sonraki sene kaldığım derslere girip diğerlerinden muaf sayıldım. Doğal olarak üç dersi kolayca verip ikinci sınıfa geçtim.

Okullar açıldığında İngilizce hocasını görünce içimden haince gülümsedim, tekrar yolumuzun kesiştiği Vildan Hanım ile paylaşmamız gereken kozumuz var. Ben artık o eski ben değilim, artık donanımlı ve bilgiliyim ve İngilizce diline uyum sağladım.

Hafta sonunda bizim Orhan ve Nihat’la koruda karşılaştığımızda üzerlerinde ki yeni kot pantolonlar dikkatimi çekti. O zamanlar böyle kot pantolonlar sadece Amerikan pazarlarında, bazen de el altından Kapalıçarşı’da satılıyor.

Görseller: Epttavm ve spormarket

Kotları nereden aldıklarını merakla sorunca, işin aslı da ortaya çıktı. Meğer Almanya’ya gidip gelmişler ve kot pantolonları da Münih’ten kendileri satın almışlar. Biraz daha kurcalayınca, oraya da bir derneğin halk oyunları ekibi ile birlikte gittiklerini öğrendim. Meğer bir senedir Altıyol’da bulunan Kadıköy Turizm Tanıtma Derneğine devam ediyorlarmış.

Orhan, bizlere yabancı işçilerden bildiğimiz Avrupa’yı, gördükleri yerlerin güzelliklerini ve yaptıkları seyahati ballandırarak anlatınca, ister istemez konu ile ilgilendim. Gözlerimin önünde canlı kanlı efsanevi kot pantolonlar da olunca, kulaklarımı daha iyi açıp can kulağıyla dinledim. Lewis kot pantolon bu, yani daha ötesi var mı?

Anlattıklarına göre Ekim ayında Kadıköy’de derneğin yeni halk oyunları kurs dönemi başlayacakmış. Orhan’ın Maarif kolejinden yatılı okul arkadaşları ile Müco da gidip bu kursa başvuruda bulunacaklarmış. Mahallede onlara öyle çok fazla yakın olmamama rağmen nasıl olduysa bana da  ‘kursa sende gelir misin?’ diye sordular.

Kabiliyet düşmanı olmasam, teklife evet demek için bir saniye bile tereddüt etmeyeceğim ama ben beni oldukça iyi biliyorum. Hem çok hareketli biriyim hem de aklım bir karış havada olduğu için oyunlara adaptasyonum oldukça zayıf. Çok çabuk sıkılıyorum, üstelik dansa karşı kabiliyetim de hiç yok bunu iyi biliyorum.

Hatırlarım da Edirne’de okuduğum İnönü ilkokulunda üçüncü sınıftayken yılsonu gösterileri yapılacaktı. Bizim sınıfımız da davetlilere sunmak için iki ront hazırlayacaktı. Bunlardan birincisi daha zor ve hareketli olan balıkçılar, diğeri ise kolay, sabit ve fazla figürü olmayan arılar rontu. Sabahat öğretmenim sınıf içerisinde balıkçılar rondu için seçme yaparken, beni bu ekibe gösterdiği figürleri yapamadığım için seçmemişti. Ben arılar rondunda oynamaya daha çok uygundum.

O gece Edirne Lisesi salonunda davetliler ve ailelerimiz karşısında sahneye çıktığımızda, hepimiz ne kadar da heyecanlıydık. Oyunda iki sıra halinde karşılıklı dizilip şarkımızı söylüyor, sonra da kol kola girip yer değiştiriyorduk.

Yaz geldi çiçekler açtı

Arılar hep dolaştı

Arı vız vız vız

Arı vız vız vız

Önce menekşeyi koklar

Sonra gülü emeriz

Arı vız vız vız

Arı vız vız vız

Sözler nasıl da aklımda kalmış inanamıyorum! Demek ki o sahne heyecanı beni o çocuk halimle bile oldukça fazla etkilemiş.

Orhan’la Nihat, oyunların yörelerine göre kızlı, erkekli veya birlikte oynandığını, çalışma yaparken zamanın nasıl geçtiğini hiç anlayamayacağımızı söyleyince, bu sözler ben de çok büyük bir etki yaratmadı. Ben her şeyi çabuk yapmayı seven biriyim, yapmayı düşündüğüm şeyi kafamda olgunlaştırdığım an o mesele biter. O andan itibaren çevrede bulunan her şey benim daha çok dikkatimi çeker. Yani herhangi bir oyunu bile belirli bir süre sıkılmadan seyredemezken, şimdi nasıl olup da içinde yer alacağım?

Hafta sonları Fenerbahçe kulübünün Dereağzı’nda bulunan çalışma sahasında yapılan amatör küme maçlarını seyretmeye, babam ve ağabeyimle birlikte gittiğim olurdu. Onlar tribünlerde oturup sıkılmadan heyecanla maçları seyrederlerdi, ben de Kurbağalıdere’nin kenarında depolara kum boşaltan büyük mavnaları ve kepçeleri. Sahadaki oyun hiçbir şekilde ilgimi çekmezdi, bir topun peşinde koşmanın bana göre fazla bir anlamı yoktu. Hele soğukta bacakların çıplak, şortla ve ince formayla koşup terlemek, çamurlar içinde debelenmek, üstelik çoğunlukla banyo bile yapamadan öylece eve dönmek! Yok, ben almayayım.

Halk oyunlarında işin kızlarla da birlikte oynama yönüne gelince, benim zaten okulda ve çevremde erkekten çok kız arkadaşım var. Kendimi bildim bileli onlarla daha iyi anlaşırım, onlar da benimle. Bu nedenle hiç tanımadığımız kızlara yakın olmak, el ele tutuşup onlarla yan yana oyun oynamak, bana çok önemli bir olaymış gibi gelmedi. Yani işin bana göre pek çok fazla albenisi yok.

Eve geldiğimde televizyonda tesadüfen karşıma çıkan halk oyunları ekibini görünce, ilk defa onları oyun bitinceye kadar dikkatli bir şekilde izledim. Davul zurna eşliğinde düz çizgili pijamalara benzeyen siyah kıyafetleri olan erkekler, bazen birlikte bazen de karşılıklı oynuyor ve oyun sırasında birbirlerinin eline sertçe vurup duruyorlardı.

Geçmiş yıllarda birkaç yerde siyah kıyafetli paçaları ince ama ağın arka kısmında sanki yastık konulmuş gibi kıyafetleri olan beyaz gömlekli ve siyah yelekli adamları da izlemiştim. O giysiler çok komiğime gitmişti, ellerinde bıçaklarla oynamaları, birbirlerinin yüzüne karşı bıçakları sallamaları ise bence tehlikeliydi, bıçakla şaka olmayacağı kesin.

Hafta arasında İngilizce dersinde kendimi göstermeye başladım, tahtaya yazılmış soruları kolaylıkla cevaplandırıyorum. Vildan Hanım beni hiç hatırlamadı farkındayım ama olsun, ben onu çok iyi tanıyorum. Derslerin dışında şu halk oyunları kursu konusu da aklımı kurcalayıp duruyor. Gitmeyeyim diyorum ama o zaman da kot pantolon ve yurt dışı işini unutmam gerek.

Tüm olumsuzlukları bir kenara itip kot aşkına kararımı verdim. Beklenen büyük gün gelip çattığında, Kadıköy vapur iskelesinin ilerisinde deniz kenarında bulunan Kadıköy Nikâh Dairesi’ne bizim Müco ile birlikte gittik. Giriş kapısının delikanlılar ve genç kızlarla dolu olduğunu görünce, içimden bir parça ürkmedim desem yalan olur.

Yine de heyecanla merdivenlerden yukarıya çıkıp, orada Orhan’la Nihat’ı bulduk. Orhan’ın yatılı okuldan arkadaşları Vedat, Erdal, Arif ve Ali ile orada tanıştık. Ayaküstü yaptığımız sohbet sonrası kayıt masasına gidip, isimlerimizi kursiyer listesine yazdırdık. Çevremizde hiç tanımadığımız bir sürü genç var, okul dışında böyle bir kalabalığın içerisinde şimdiye kadar hiç yer almadım.

Bir süre sonra dernek görevlilerince yapılan yönlendirmelerle büyük nikâh salonuna girdik, ön tarafı boşaltılıp sahne haline getirilmiş olan yerde iskemlelere oturup dernek başkanı olan Ali Bey’in konuşmasını dinledik. Söylediğine göre altı hafta sonra ilk elemeyle kursiyer sayısını azaltacaklarmış. Sonraki altı haftada tekrar bir seçme yapıp, kalan kursiyerleri dernek bünyelerine katacaklarmış. Herkesin beklentilerini cevaplamak için de son olarak yapılması beklenen seyahatlerden söz açtı. Dediğine göre şimdiden yaz gösteri programı hazırmış, derneğe Avrupa’dan ulaşan çok sayıda gösteri ve festival daveti varmış.

Konuşmanın bitiminde değişik iki ekip önümüzde boş bırakılan sahne gibi alanda gösterilerini sundu. Salon önce davul zurna sesleriyle inlerken Gaziantep ekibini izledik. Daha sonra akordeonun sesi ve Kafkas kıyafetleriyle Kars ekibi bizlerin gözüne çok hoş geldi. Hayatım boyunca bu kadar yakından böyle bir halk oyunları gösterisi izlememiştim, ister istemez heyecanlanıp etkilendim.

Orada Kars ekibinde yer alan tanıdığım bir büyüğümü görünce, hemen gidip kendimi ona tanıttım. Onu ilk defa küçük teyzeyle birlikte Edirne Orduevinde yapılan sünnet düğünümüze geldiklerinde tanımıştım. Eniştenin Kars’tan akrabası olan Engin Ağabey, orada bulunan misafirlere Şeyh Şamil dansı da yapmıştı.

Aradan geçen onca seneden sonra anlattıklarımla beni tanımakta doğal olarak zorlandı ama yine de bozmadı. Benimle nazikçe ilgilenip hatırımı ve bizimkileri sordu, burada yapılacak elemeleri fazla dert etmememi söyledi. Benim gibi kabiliyet düşmanı birisi için Engin Ağabey resmen ilaç gibi geldi. Açıkçası içim rahatlamadı desem yalan olur, ilk defa benim de bir yerde arkam olmuştu.

Bizim bu kurs dönemimizde, Engin Ağabey Kars yöresi ekibinin eğitmenlerinden biri. Onu ve ekip arkadaşlarını gözlerinde başka bir yere koyan Orhan’la Nihat, onların Galata Kulesi’nde geceleri profesyonel dansçı olarak programa çıktıklarını ve turistlere profesyonelce Kafkas gösterileri yaptıklarını söyledi. Onu tanıyor olmam ise onları çok şaşırttı ama onlara aile yakınlarımdan hiç bahsetmemiştim ki.

İlk çalışma gelecek hafta Pazar günü yapılacağı için, yapılan gösteri bitiminde herkes dağılıp gitmeye başladı. Orhan’la Nihat’ın ise haftalık çalışmaları varmış, onları bekleyip seyretmeye karar verdik. Önümde çalışma yapan derneğin asıl dansçılarını seyrederken, umutsuzluğa kapılmadım desem yalan olur. Beden eğitimi dersinden bile zar zor geçen birinin, dans gibi kıvraklık ve kabiliyet isteyen bir faaliyette başarılı olma şansı ne kadar olabilir ki?

Düşünüyorum da kot ve Avrupa uğruna kapıldığım bu rüzgâr beni yanlış bir yöne sürükleyecek. Görünen o ki en fazla ilk elemeye kadar burada kalabilirim. Daha sonrası için hayal kurmak, beni artık aşıyor. Tek bir ümidim var, Engin Ağabeyin sözleri. ‘Boş ver, bunları dert etme!’ diyor ama nasıl dert etmem?

Seyrettiğimiz dernek çalışması sona erince, Orhan’la Nihat, terli giysilerini değiştirip hemen hazırlandılar. Hep beraber nikâh dairesinden çıkıp grup halinde yakındaki bir çay bahçesine gidip oturduk. Herkes dernekteki edindiği ilk izlenimlerini birbiriyle paylaşıyor. Ben ise kendimi pek göstermiyor, çayımı yudumlarken sadece konuşmaları sessizce dinliyorum.

Halk oyunları konusu bana sanki bir kaç numara büyükmüş gibi görünüyor. Beni burada şimdilik tutan tek bağ, Avrupa’ya gitme sevdası ve kot pantolon olduğunu adım gibi biliyorum. Diğer yandan Pederin bana haftalık verdiği harçlıklarla, ancak İstanbul’un Avrupa yakasına gidip gelebileceğim gerçeği de karşımda öylece dimdik duruyor. Yani tamamen ortadayım ama kaçmaya da hazırım, bu dans işinden her an vazgeçebilirim.

Bu arada beyaz çizgili siyah pijama gibi geniş paçalı kıyafetlerle oynanan oyunu da sorup öğrendim, Bitlis yöresiymiş.

3 comments

    • Güzel yorumunuz için teşekkürler. Mr Brown okul günlerinin değişmez bir parçasıydı. Bir kot pantolonun hayatımıza nasıl bir değer kattığını hiç unutur muyum? Bu arada Ses mecmualarına biraz ara verdim ama unutmadım.

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s