Biz 15 Ocak günü on beş gün tatile girdiğimizde, III Londra Konferansı toplanmış. İngiltere, Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve Kıbrıs Türk ve Rum toplumu liderleri katılmış. 17 Ocak günü Rauf Denktaş, eğer federal hükümete gidilmezse, ayrı bir hükümet kuracaklarını belirtmiş. Babam bir ara Kıbrıs’ta suların ısındığından bahsediyordu, galiba artık kaynayıp taşmaya başlamış olmalı.

Yarıyıl tatili boyunca dışarıda karın içinde deliler gibi oynadık, kızaklarımızla sürekli bir yerlerden kaydık. Eve dönünce ıslak çorapları, ayakkabıları, eldiven ve pantolonlarımızı çıkarıp sıcak sobanın başına geçtik. Ayaklarımız o sıcakta nasıl acıyor anlatamam, bunun nasıl olduğunu anlamıyorum. Karda ıslanıp üşüyen ayaklarımızı ısıtmak neden acı versin ki?

Radyoda dinlediğimiz kadarıyla 29 Ocak günü Kış olimpiyatları Avusturya’nın İnnsbruck şehrinde başlamış. Olimpiyatlar paten, kızak, kayak, atlama ve daha başka dallarda yapılıyormuş. Bizim iki haftadır dışarıda deliler gibi kayıp oynamamız da bence olimpiyat sayılmalı. Bu arada kartopu ve kardan adam yapma müsabakalarından bahsedildiğini nedense işitmedim. En güzel iki oyunu neden olimpiyatlara eklemediklerini ben bu yaşımda çözemedim.
Okulda ikinci yarı dersleri başladı, yine ev okul arasında gidip geliyoruz ama araya oyun sıkıştırmadan da hiç olmuyor. Babam 21 Şubat günü CHP başkanı ve Başbakan İsmet İnönü’ye suikast girişiminde bulunulduğunu anlattı. Kendisi bundan sağ salim kurtulmuş, suikastçı da olay yerinde hemen yakalanmış. Bu ülkenin kurulmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında olan birine böyle bir ölüm girişiminde bulunulmasına çok sinirlenmişti. Böyle insanlara hiç acımamak gerek diyor, cezanın en büyüğü verilmeliymiş. Bu iş kulak çekmenin çok ötesinde gibi görünüyor.

27 Şubat günü Coca Cola’nın dünya üzerindeki 1109’ncu fabrikası İstanbul’da açılmış. Tamamıyla yerli yatırımla kurulan şirketin sermayesi 14 Milyon Liraymış.

15 Mart günü menekşe gözlü yıldız Elizabeth Taylor ile Richard Burton evlenmiş. Annem filmlerinden onları çok iyi tanıyor, birbirlerine çok yakıştıklarını söyledi.

21 Mart günü de Boulanger Müzik ödülünü Türk Piyanist İdil Biret kazanmış. Ben Urfa’daki balolara gittiğimizde piyanoyu görmüştüm, sadece siyah beyaz şeylere neye göre basıp müzik yaptıklarını bilmiyorum.

Bahar geldiğinde her tarafı beyaz bir örtüyle kaplayan, yani resmen boyumuzu aşan karlar yavaşça erimeye başladı. İlerleyen günlerde güneşin ısıtmasıyla oluşmuş çamurlar kurudu ama okuldaki sobalar yanmaya devam etti. Sobanın üzerinde kaynayan güğümde şu süttozundan süt yapma işi bir türlü son bulmadı. Süt desem değil, tatsız tuzsuz bir şey ama beslenme saatinde içmeye de mecburuz.

19 Nisan günü Ford firması Amerika’da Mustang modelini piyasaya sürmüş. İşte o günlerde kız kardeşim Semra’yı evin kapısında oynarken akrep soktu. Annemin telefonuyla hemen eve koşturan babam, önce ağzını zeytinyağı ile çalkaladı, sonra da akrebin ısırdığı yeri emerek içerideki zehri almaya çalıştı. Ardından da onu hemen taburun revirine götürdü, ona orada iğne vurmuşlar.
Ertesi gün kız kardeşim şişmeye başladı, tabur doktoru ve Iğdır’da onu muayene eden doktor bu konuya bir çözüm bulamamışlar. Annemle babam abimle beni Binnaz Teyzelere bırakıp onu hemen bir ciple acil olarak Karaköse’de bulunan askeri hastaneye götürdüler. Orada bulunan yurt dışından gelmiş olan bir doktor inceleme yaptıktan sonra bir iki gün içinde akrep veya yılan sokması olup olmadığını sormuş. Evet denince revirde akrep serumu yerine vurulan yılan serumunun alerji yaptığı ortaya çıkmış, vurulan birkaç iğneyle de kız kardeşim kendisine gelmiş.

21 Nisan günü Rum Patriği vekili Emilyanos ve Metropolit Canavaris, Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları gerekçesiyle sınır dışı edilmişler. 26 Nisan günü de Girne Beşparmak dağlarına saldırıya geçen Rumlar 4 Türkü öldürmüşler. Aynı gün Lefkoşa’da yürüyüş yapan 5 bin Türk kadını Birleşmiş Milletler barış Gücü komutanını yuhalayıp taşlamışlar.

30 Nisan günü Diyanet İşleri başkanlığı, doğum kontrolü uygulanmasının gerekliliğini camilerden halka duyurmuş. Anneme sorduğumda bunun çok önemli olduğunu belirtti.
“Herkes bakacağı kadar çocuğa sahip olmalı, bunun içinde gerekli tedbirleri almalı. Tedbir almanın adı da doğum kontrolüdür.”
Anlamadığımı görünce örnek verdi.
“Hatırlıyor musun sen Urfa’da ağzına büyük lokmalar atıp hızlı bir şekilde yiyordun. İşte aile içinde gereğinden fazla çocuk olunca onlar aç kalmamak için böyle hızlı ve çok yemeye çalışıyorlardı.”
Böyle söyleyince daha iyi anladım, çünkü arkadaşlarımın birçok kardeşleri olduğunu hatırladım. Çocukları aç bırakmak ne demek.
Mayıs ayının ortalarında havalar ısınınca okulla birlikte tepelere pikniğe gidildi. Annem çantalarımıza haşlanmış yumurtalar ve peynir ekmek koydu, bunları yanında fazla bir şey getiremeyen okul arkadaşlarımızla paylaşmamızı özellikle tembih etti. Sıra halinde güle oynaya gittik, orada oyunlar oynadık, yarışmalar yaptık. Akşamüstü eve döndüğümüzde her şeyi heyecanla anlattım.
2 Haziran 1964 günü demokratik, laik ve ulusal Filistin devleti kurmayı amaçlayan ve çeşitli ulusal örgütleri bir araya getiren Filistin Kurtuluş Örgütü kurulmuş. 3 Haziran günü de futbolun Ordinaryüsü Lefter Küçükandonyadis, Fenerbahçe-Beşiktaş arasında oynanan jübile maçıyla futbolu bırakmış. Bizimkilere ordinaryüsün ne olduğunu sordum, her şeyin en en en iyisini bilen ve yapan demekmiş. Yani öğretmenlerin en büyük öğretmeniymiş. Onlara başöğretmen denmiyor mu diye sorduğumda yine aynı cevabı aldım.
“Okulda öğretmenin sana daha iyi anlatır.”

5 Haziran günü Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon B. Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye sert uyarılar içeren ünlü Johnson mektubunu göndermiş. Mektupta Türkiye’nin Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı’nın (NATO) silahlarını kullanarak Kıbrıs’a çıkarma yapamayacağını bildirmiş.

Babam İsmet İnönü’nün kendisine gereken cevabı verdiğini söyledi. “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır,” sözleriyle onun restini görmüş.Doğal olarak ben restin ne demek olduğunu bilmiyorum, babam açıklamaya çalıştı ama olmadı. Eh okulda öğretmenim yandı.

Okulla ev arasında gidip gelirken yaşanan uzun kıştan sonra okulumuz bitti, yıldızlı pekiyi ile ikinci sınıfa geçtim. Artık okul tatil, süt içmek yok, dağ bayır etrafta gezip dolaşıyorum beni bulana aşk olsun. Akşamları yine servislere binip Iğdır’a sinemaya da gidilmeye başlandı. Bazı günler de buradaki gazinoda danslı eğlenceler düzenleniyor, ben iplere asılmış olan balonları patlatmayı çok seviyorum.
14 Haziran günü Güney Afrika’da Nelson Mandela ömür boyu hapse mahkûm edilmiş. 16 Haziran günü de Siyahi lider Martin Luther King Nobel Barış ödülünü kazanmış. Bu ödülün ne olduğunu bizimkilere sormam gerçekten anlamsız olacak, Ekim ayında okullar açılınca bunu eğer unutmazsam Ahmet Öğretmenime sorarım.

7 Temmuz günü Metin Erksan’ın yönettiği ‘Susuz Yaz’ filmi, 14 Berlin Film Festivalinde Altın ayı ödülünü kazanmış. Iğdır’a sinemaya giderken serviste annemler konuşurken duydum. Demek ayıların altından olanı da var, acaba onu evinin bahçesinde mi besleyecek? Ona bal ve armut yetiştiremez, benden söylemesi. Bence onu birine satıp kurtulsun.

Günler neşeyle güle oynaya geçerken o arada babamın yeniden tayini çıktı. Buraya geleli daha bir yıl oldu neden hep taşınmak zorunda olduğumuzu anlamakta zorlanıyorum. Arkadaşlarımı seviyorum, onları bırakıp yine yeni arkadaş bulmak zorunda mıyım?
Bu sefer Edirne’ye gidecekmişiz, akıllı abim yerini biliyor. Okulda da öğretmenin beşinci sınıflara sorduğu soruları üçüncü sınıfa giden abim cevaplayıp sınıfa anlatıyormuş. Bana yere bir çizgi çizdi ve bir ucuna dokundu,
“Burası Iğdır Suveren köyü, biz şimdi buradayız,” deyip öteki uca dokundu. “Edirne de işte burası, tam olarak oraya gideceğiz.”
Ohho orası Türkiye’nin öbür ucuymuş, ölme eşşeğim ölme git git bitmez.
O portatif bol vidalı koltuklarımız, dolaplarımız, masa ve iskemlelerimiz sökülüp yeniden kalın yeşil hurçlara doldurulmaya başlandı. Bana kızağımı yanımda götüremeyeceğimi söylediklerinde çok üzüldüm. Onun için hiç yerimiz yokmuş, üstelik Edirne’de bu kadar kar yağmıyormuş. Orasını hiç bilmiyorum, söylediklerinde haklı da olabilirler ama o kızak benim aylardır en iyi arkadaşımdı. Onunla dağ bayır kaydık, karların içine dalıp çıktık, aylarca birlikte her yeri dolaştık. Abim de kendi kayaklarını burada birilerine bıraktığını söyleyince ağlamayı kesip sustum. Zaten bunun için karar da verilmiş, daha ne konuşuyorum ki?
Komşularla ve kızağımla vedalaştıktan sonra hep beraber Kars’a geldik, orada orduevinde kalıp etrafı gezecekmişiz ama annem birden rahatsızlandı. Onu muayene eden doktor, burasının oldukça yüksek bir yer olduğunu ve basıncın annemin hiper tansiyonuna iyi gelmediğini söyledi. Bunun üzerine mecburen İstanbul’a kalkacak ilk trene bilet alındı. Babam, evde toplanan eşyaların nakliyesiyle ilgilenip sonradan İstanbul’da bize katılacakmış.

İstasyonda yanlarından buharlar ve üstünden kara dumanları çıkan kara treni görünce, her şeyi bir anda unuttum. Daha önce hiç böyle bir şey görmedim, hiç düşünmeden onun yanına koşturdum. Büyük bir heyecanla bu büyük kara şeye bakıyorum, sanki karşımda mucizevi bir şey var. Onu hayranlıkla seyrederken bana seslenildiğini duydum, istemeyerek de olsa geri döndüm ama onunla İstanbul’a gideceğim için sevinçten havalara uçuyorum.
Birbirini tanıyan iki ailenin kadınları ve beş çocuk bir kompartımana yerleştirilmişiz. Tren keskin düdüğünü çalıp Kars’tan hareket edince her saat annem iyileşmeye başladı, tansiyonu düzene girdi. Biz çocuklar bazen camdan dışarısını seyrediyoruz bazen de dışardaki dar koridorda rayların tıkırdama sesleri arasında oyun oynuyoruz. Anneler gece biz çocukları rahat edelim diye üst kattaki ranzaya yatırdılar. Gece uyurken sürekli takla atar gibi dönen bendeniz rüya görürken yukarıdan Şaziment Teyzenin üstüne düştüm, az daha kadının burnunu kırılıyormuş.
Üçüncü gün sonunda Haydarpaşa’da trenden valizlerle birlikte inmeden önce annem bizi karşısına alıp tembihte bulundu.
“Benim eteğimin dibinden bir an bile olsa ayrılmayacaksınız,” deyip bana baktı. “Özellikle de sen.”
Kalabalıkla birlikte büyük kapıdan dışarıya çıktığımızda merdivenlerin dışında masmavi büyük suyu gördüm, annem bizi bir arada tutmaya çalışırken ben çoktan iskelede bağlı olan vapura takılmıştım. Böyle bir şey daha önce hiç görmedim, bunun da üstende trendeki gibi kocaman baca var ve oradan kara dumanlar çıkıyor.

Annemin yanında tahta bir iskeleden geçip gemiye bindik ama ne tarafa bakacağımı şaşırdım, hiçbir yeri bilmiyorum, üstelik ilgimi çekecek bir sürü şey var. Vapur düdüğünü çaldığında içeride bir titreme başladı, motorların çalışması ile birlikte gıcırdayarak iskeleden ayrılıp gitmeye başladı. Camın yanında ayakta etrafa bakınıyorum, deniz, martılar, kayıklar, gemiler, evler, suda yüzenler yani nereye bakacağımı bilemiyorum.
Annem İstanbullu ama ben daha önce geldiğimi hiç hatırlamıyorum. Evvelki sene Urfa’da karla tanışmıştım, Kars’tan buraya gelirken kara trenle, biraz önce vapurla şimdi de koskocaman bir İstanbul’la. Hayatımda her şey çok hızlı gelişiyor.
Vapurdan inince orada bir arabaya binildi, deniz kıyısından virajlı bir yoldan giderken boğazı ve denizi annemin yanında camdan soluk bile almadan sessizce seyrettim. En sonunda annem Büyükdere’ye geldiğimizi söyledi. Araba yokuştan çıkıp bir evin önünde durduğunda ben arabanın kapısının açılmasını beklemeden askeri birlikte bulunan jiplerde yaptığım gibi açık olan camdan dışarıya çıktım.
Şoför, hayretler içinde bana bakıp taksi parasını ödeyen anneme sordu.
“Abla, siz dağdan mı geldiniz?”
“Evet, kardeşim öyle!” diye cevap verdi.
Yalan da değil, Büyük Ağrı dağının eteklerinden geliyoruz.
😁 çok tatlı devam ediyor masal. 1964 te biz de Karaköse’deydik 1965 te ayrıldık. Babam askeri hastanenin inzibat subayı idi. Yurt dışından gelen Dr. Aslan abi vardı soyadını hatırlamıyorum. Süt tozundan yapılan sütü hiç kolayca içemezdim -öğretmenim n’olur ayran olsun içerim söz derdim. Hatta babam dan bana süt içemez raporu alması için yalvarmıştım. 🤷♀️Anılar…
BeğenLiked by 1 kişi
1964 yılında çok yakın yerlerde yaşamışız, hayat ne kadar ilginç! Esas beni şaşırtan şey, rahmetli kız kardeşimin allerjisini anlayan ve iyi eden doktorun Aslan Bey olduğunu öğrenmem. Masal devam ettikçe sanki yaşam bulmaya başladı. Güzel yorumunuz ve bilgiler için çok teşekkür ederim. Kardeşim yaşasaydı bu bilgiye çok şaşırırdı. Neyse o da rahmet istedi galiba, iyi akşamlar diliyorum.
BeğenLiked by 1 kişi
Kız kardeşinizin ruhu şad olsun. 😔 Hayat bu işte yıllar sonra bir Dr. abimin de sınıf arkadaşı olduğunu öğrenmiştim. Her ikisi de hayatta değil şimdi onlar da rahmet istedi. Masal hayat buluyor zaman su gibi… İyi günler diliyorum.
BeğenLiked by 1 kişi