Her hafta sonunda gazetelerin internet sitelerinde yer alan haftalık burç yorumlarına muhakkak göz atarım. Şimdiye kadar yazılıp çizilenlerden çıkan hiçbir şey çıkmadı ama ben bu alışkanlığımdan nedense vazgeçmedim. Burçlar konusunda aykırı düşünceler beslediğimi düşünmeyin lütfen, aksine ben burçlara inanırım. Ancak gelecekle ilgili söylenenleri sadece tebessümle takip ederim. Burçları sıkı bir şekilde okuyan ve takip edenlere ben de rastladım. Yaşadıklarımdan sonra kafam karışmadı değil. Bunları da küçük bir hikâye ile sizlere aktarıyorum, doğal olarak isimleri bir parça değiştirdim.
Yanlış hatırlamıyorsam 1979 yılının Mayıs ayı geldiğinde, faaliyetlerine artık ite kaka katıldığım derneğin düzenlediği liselerarası halk dansları yarışmasında bana da görev verildi. Yarışmaya katılan lise ekiplerinin, gösterilerini tamamladıktan sonra sahneden çıkışlarında, herhangi bir kargaşa yaşanmaması için onlara yardımcı olacağım.
Yarışmanın ikinci günü yarışma sona erince yaşanan o gürültü, heyecan ve koşuşturma da sona erdi. Bir kenarda dinlenmek ve sakinleşmek amacıyla otururken, yakın arkadaşlarımdan Yasemin’in bana doğru geldiğini fark ettim. Yanında da daha önce hiç görmediğim bir genç ve güzel kadın var. Gri kırçıllı bir döpiyes giymiş içinde de onu tamamlayan açık gri ve leylak renkli yana doğru çizgileri olan büyük yakalı bir gömlek.
Giyim tarzı ve olgun kadınsı tavırlarıyla yaşı benden oldukça büyük gösterse de, Allah için hoş bir genç kadın. Doğal ince sarı düz saçları, açık mavi gözleri, ince ve zayıf bir bedeni var. Çevresinde olan biteni ve ayrıntıları hiç kaçırmayan, soğuk ve dikkatli bakışları hemen ilgimi çekti.
“Bak seni bir arkadaşımla tanıştıracağım,“ diyen Yasemin, bizleri isimlerimizi söyleyerek tanıştırdı.
Hemen ayağa kalktım, memnun oldum diyerek elimi uzattım ve ismimi söyledim. Gözlerime soğuk bir ifadeyle bakarak elini uzattı, ben Gül diyerek isteksiz bir şekilde elimi sıktı. Bu tavırlarından buraya sadece yanındaki kişiyi kırmamak için iş olsun diye geldiği açık bir şekilde anlaşılıyor.
O arada odaya yarışmayla ilgili olarak bir şeyler sormak için gelenlere cevap verirken, onun beni bir kenardan dikkatli bir şekilde izlediğini fark ettim. Aslında iki gündür burada deli gibi koşturuyorum ve oldukça yorgunum. Karşımdaki genç kadınla ilgilenmeyip ona saygısızlık yapmak da istemiyorum ki bu zaten benim tarzım değildir. Belli ki o da buraya tanışmak için çok istekli gelmemiş.
O arada kendisine bir iş uyduran Yasemin, yanımızdan ayrılarak ikimizi yalnız bıraktı. Oda içinde ortalık da bir nebze olsun sakinleşince, havadan sudan konuşmaya başladık. Karşılıklı olarak ufak tefek sorular sorup, sadece zaman geçiriyoruz. Hangi üniversite ve fakültede okuduğumu anlatınca, Gül de Olgunlaşma Enstitüsüne gittiğini anlattı. Orada düzenlenen defilelerde, mankenlik de yapıyormuş.
İşte öyle böyle derken, konu nereden geldiyse burçlara geldi.
“Hangi burçtansın?“ diye merakla sordu
“Akrep burcu!“ diye cevap verdim.
Kesin bir tavırla konuyu kesip attı.
“Sizinle anlaşmamız çok zor. Benim burcum Boğa.“
Aslında meraklıyımdır, kendi burcumla ilgili yazıları arada bir günlük gazetelerde okurum, ama hiç kimseye burcuna bakarak ön yargılı davranmadım. Hayatımda ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Gerçekten Gül’e ne cevap vereceğimi de şaşırdım.
Gül’ün sesiyle, ona dönüp baktım
“Daha önce defalarca gözlemledim, ayrıca bire bir yaşadım da. Gerçekten bazı burçlardaki insanlar ile imkânı yok anlaşamıyorum,“ diyerek devam etti. “Akrep insanları da bunların başında geliyor.”
Bu kadar ön yargılı olunca ister istemez merak ettim,
“Kendinizden oldukça emin konuşuyorsunuz,” diyerek sıkılmış bir ifadeyle ona baktım. “Peki, burçların özellikleri her insan da aynı mı?”
Böyle sorunca sözlerinin içini doldurmak için kendini açıklama yapmak zorunda hissetti. Düşünceli bir şekilde yeniden konuşmaya başladı.
“Genellikle burç insanları, aynı temel özellikleri gösterirler.”
“Yani, dünyada size göre inşaların karakterleri ve kişilikleri burçlar kadar öyle mi?”
Böyle üzerine gidince konuşmalarına daha çok sarıldı.
“Araştırmalar böyle gösteriyor, ayrıca kişisel deneyimlerim de bunu gösteriyor.”
Onun bu söylediklerine katılmam imkânsız, insanların karakterlerini aile, öğretilenler, yaşadıkları ortam belirler, ayrıca alınan eğitim ve çevresindeki olay ve kişilerle ilişkili diye düşünürüm. Onun düşüncelerine de saygılıyım ama yine de kurcalamak istedim.
“Peki, yükselen burçların kişiliğe etkisi yok mu?”
“Yükselen burç, kişinin kendisini nasıl gördüğünü ve nasıl hissettiğini belirler,” diye cevap verdi. “Ben yine de, esas burcu göz önüne alırım.”
Susup önüme baktım, itiraf ediyorum Yasemin’in beni bir kız arkadaşıyla tanıştıracağını biliyordum ama konuyu bu kadar uç noktalara götürmenin de bir manası yoktu. Biz onunla şu ân sadece tanışıyoruz, hayatımda ilk defa da bir genç kadınla tanışıp konuşmuyorum. Gerçekten ömrüm kolejler, kız liselerinde ve sosyal hayatımda bir sürü genç kadının arasında geçiyor. Böyle agresif bir kadınla tanışmayı bu gün pek hayal etmemiştim ama onun bu iddialı ve bilmiş halleri ben de merak uyandırmıyor da değil.
Ondan sonra da, ardı ardına inandığı şeyleri sıralamaya başladı
“Eğer sıkı bir akrep burcu insanıysan, anlaşmamız zor ötesi.”
Sıkı derken su katılmamış diyorsa yanılıyor, zaman beni biraz sulandırdı. Karakterimi gizlemeyi öğrendim, gerektiğinde tavizler verdim, bazen de korkak davranıp arkamı dönüp gittim. Bunları ben biliyorum ama kıyısından köşesinden bunlarla ilgili bir şeyler duymak da beni sıktı.
Susup bekleyince karşımdaki genç kadın da eteğindeki taşları dökmeye devam etti.
“Sana şöyle anlatayım, ben dediğim dedik inatçı biriyimdir, ama inan bana sen de öylesindir. Ne dersin değil mi? “
Söylediklerinde gerçek payı yok değil, gerçekten doğru bildiklerimden pek şaşmam. Disiplinli ve her şeye itiraz eden bir yapım vardır ama yanlış hareketlerimi de bir şekilde düzeltirim. Bunları şu ân ona anlatmak istemediğim için dürüst davranmadım ve lafı kıvırdım,
“Genellikle makul biriyimdir, ama karşımdaki kişiden de anlayış beklerim,” diye cevap verdim. “Her dediğim olacak diye bir iddiam da yoktur.”
Söylediklerimi bir an kafasında tartıyormuş gibi duraksadıktan sonra sözlerine devam etti.
“Akrepleri iyi bilirim, eminim sen de çok kıskanç birisindir,” diyerek söylediklerini sanki onaylamam için dikkatle yüzüme baktı.
Teşhisi doğru, ben de güvensizliğe düştüğüm anlarda kıskançlık silahına sarılırım ama bunu belli etmemek için de epeyi uğraşırım. Aslında suratsızlığım da pek çekilecek gibi değildir.
Ben bir şey söylemeyince de sözlerine devam etti.
“Beni de çok hafife almaman gerekir. Belki de senden iki kat fazla kıskancımdır.“
Karakter tahlilinde başarılı olduğu kesin, ne diyeyim resmen şiştim, daha ilk karşılaşmada bu kadar fazla yargıyla karşı karşıya kalmak, deşifre olmak pek hoş değil. Bu güzel genç kadın, sanki kendi kendisinin personel müdürü gibi davranıyor. Ben sanki onun gazetedeki arkadaşlık ilanına başvuruda bulunmuşum gibi, anlatmadığım özelliklerimi gözden geçirip beni kendince değerlendiriyor. Ortada ise yapılmış böyle bir başvuru yok, üstelik benden gelen talep de yok.
Bu kadar derinlere inen bir analiz de haliyle beni yordu. Ne yapmam gerektiğini düşünürken, o da konuşmasına devam etti.
“Dışarıdan katı biri gibi görünsem de aslında aşırı duygusalımdır, kararlarımı duygularım çok etkiler,” deyip dikkatle gözlerime baktı. “Seni sadece birkaç dakikadır tanıyorum ama fazla göstermesen de, senin de benden aşağı kalır bir yanın olmadığını düşünüyorum.”
Yani tabii duygusal biriyim, üstelik de endişeli bir yapım vardır. Acı çekmemek ve yaralanmamak için de kendimi sürekli olarak, görünmez bir maske ile gizlerim.
Umursamaz bir tavırla cevap verdim.
“Bilmem, dışarıdan nasıl gösterdiğimi bilmiyorum?”
Cevap vermeden sustum, daha ilk dakikadan karakterimin böyle alenen sorgulanması canımı sıkmadı desem yalan olur. Böyle şeylere genelde pek girmem, konu nereden nereye geldi inanamıyorum. İşittiklerimi içimden tartarken odada sessizlik ağır basıverdi.
Gül’ün sesiyle ona doğru baktım
“Benim sanatçı yönüm ağır basar, güzel sanatlara oldukça yatkınımdır,” diyerek aynı konuya devam etti. “Senin ise sanatla pek alakan yoktur, mantığın her zaman ağır basar.“
İşi hemen gırgıra vurdum
“Halk dansları pek sanattan sayılmıyor galiba!”
“Yani resimle, edebiyatla uğraşmazsın demek istiyorum,” diye cevap verdi.
Kaşlarımı kaldırıp muzipçe ona baktım,
“Bu dediklerinle uğraşmadığımı nereden biliyorsun?”
Hemen lafı toparladı,
“Ben genel olarak konuşuyorum,” dedikten sonra devam etti. “İnanılmaz inatçısındır ama ben sana bu konuda üç atarım.“
İçimden sadece güldüm, çünkü başka bir şey demek istemiyorum. Gidip bir de anneme sorsa alacağı cevapla ne yapardı bilmiyorum.
Yani bu yorgunlukla kendimi sanki sıkıyönetim mahkemesi savcısı tarafından sorgulanmış gibi hissediyorum. Birazdan yüksek sesle, ‘imdat kimse yok mu?’ diye bağıracağım. Gül, benim gerçekten sabrımı çok zorluyorsun. Derin bir nefes alıp sakince sordum.
“Akrep burcu ile ilgili ders bitti mi?”
“Aslında bir iki şey daha var.”
Hadi anlat bekliyorum der gibi bir hareket yaptım, o da anlatmaya başladı.
“Sen çevrendeki insanları yönetmeye bayılırsın, ama ben de bayılırım.“
Burada çuvalladı, önde olsam da orta yolu takip ederim ama olsun, yorgun bir ifadeyle sordum.
“Başka?”
Gözlerime bakıp devam etti,
“Üstelik sen iyi veya kötü hiçbir şeyi unutmazsın, kinci olduğuna adım gibi eminim.”
İşte bu baştan sona doğru, iyi ya da kötü her şey hafızamda yer bulur. Zamanı gelince de bunlar kendiliğinden ortaya dökülür. ‘Sen hiçbir şeyi unutmaz mısın?’ sözlerini çevremde çok duymuşumdur. Bu gün konuşulanları da hiç unutmayacağıma eminim, ilerde eğer görüşmeye devam edersek şimdi bu söylediklerini önüne çıkaracağıma eminim.
Yavaştan toparlanmayı düşünürken, o da aklındaki son kelimeleri sarf etmeye başladı.
”Bu arada ben aranmak isterim ama kesinlikle aramam. Ya sen?”
Belli ki can alıcı noktaya geldik, beni kendince uyarıyor. ’Peşimde koşulmasını severim, sen de bunu aklının bir köşesine yaz.’
Erkeklerin şimdiye kadar bu güzel genç kadının peşinden çok koştuğu kesin, o da kendince bir davranış tarzı geliştirmiş ama şu ân burada ne işi olduğunu içimden sorgulamadan duramadım. Madem çevrende bu kadar hayranın var, burada neden kendini bana anlatmaya gayret ediyorsun?
Benim hayatım gerçekten kızların arasında geçti, erkekten çok kız arkadaşım vardır ve onlar hiç çekinmeden bize gelirler. Bizim evde evin hanımı gibi davranıp öyle hareket ederler. Bu durum annemi bile rahatsız etmez, hadi geç kaldık diye tuvalet kapısını çalmaları onu sadece güldürür. Onlara her geldiklerinde börek çörek yapmaktan keyif alır, gençlerin arasında o da yaşadığını hisseder.
Aslında bu durum benim biraz rahata düşmeme neden olmuştur ama gidip onların kapılarını çalma konusunda da her zaman çekinceli davranmışımdır. Ailelerin bazıları beni tanır ama yine de genç kızların evine zırt pırt gidilmeyeceğini iyi bilirim. Hele konu ikili ilişkilerse daha dikkatli olurum. Benden cevap bekleyen kişiye döndüm.
“Benim de arama huyum insanları rahatsız ederim düşüncesiyle öyle pek gelişmemiştir,” diye söze girdim. “Allah sonumuzu hayır etsin.”
O arada Yasemin kapıdan başını uzatıp seslendi,
“Beyoğlu’nda İnci’ye profiterol yemeye gidiyoruz, hadi toparlanın.”
Görünen köy kılavuz istemez ama buradan çıkmadan önce bir karara varmak da gerekiyor. Karşımda davranışlarıyla benden daha olgun görünen, güzel bir genç kadın var. Biliyorum, onunla arkadaşlık yapmamız da pek kolay değil, kendisi baştan ön yargılı bir kişi. Yine de sordum,
“İstersen, daha sakin bir günde karşılıklı oturup konuşalım olur mu?”
Dikkatli bir şekilde yüzüme baktı, belli ki o da ne yapacağı konusunda kararsız. Usulca sordu,
“Telefonun var mı?”
Başımı hayır der gibi salladım, başvuruda bulunuldu ama on yıldır kuyrukta bekliyoruz. Hâlâ PTT’den gelip eve telefon bağlamadılar.
“Maalesef yok, ama jetonlu telefonlar her yerde var,” diye cevap verdim.
Kalemi alıp elimdeki defter numarasını yazdıktan sonra bıyık altından gülümsedi.
“Numaramı herkese vermiyorum, bilgin olsun.”
Bu kadar karakterimi eleştirip karaladıktan sonra ne vakit benimle görüşmeye karar verdi anlamadım. İnsan zorla geldiğini ilk saniyeden hissettirdiği bir kişiye telefonunu verir mi? Yorgunlukla ayaklandım, aramızda herhangi bir randevu kararlaştırmadan odadan çıkıp diğer arkadaşların arasına karıştık. İnci’ye giderken Taksim’de grupça bir fotoğraf çektirmeyi de unutmadık..
Taksim’den eve dönerken, Yasemin dayanamayıp merakla sordu.
“Gül, saatlerdir kalabalıkta soramıyorum, nasıl gitti? Onunla anlaşabildiniz mi?”
“Bir problem yaşamadık, terbiyeli, sabırlı ve nazik biri!”
“Yani?”
“Hepsi o kadar.”
“Onu beğenmedin mi?”
“Bana göre çok hafif kaldı, yanımda çocuk gibi görünüyor. Pek benim tarzım değil.”
Şimdiye kadar çevresinde ciddi, daha olgun adamlar olmuştu, daha düne kadar evlilik yolunda yürüyen bir kadındı. Bu gün zaten biraz kafası dağılsın diye zorla gelmişti, yeni birisiyle tanışmak onun şu ân istediği bir şey değildi.
Yasemin, onun böyle düşüneceğini baştan beri biliyordu ama tanıştırdığı kişi de boş değildi. Bir an düşünüp sözlerine devam etti.
“Bence büyük hata ediyorsun. Onu tanımadan, çabuk karar veriyorsun.”
Umutsuzca başını salladı,
“Valla ben göreceğimi gördüm, üstelik de o bir akrep.”
İster istemez tepki gösterdi,
“Ne olur yani akrep olursa?”
Kararlı bir ifadeyle cevap verdi,
“Ben Akrep burcu insanlarıyla anlaşamam, karakterlerimiz uymaz.”
“Senin böyle önyargılı biri olduğunu bilmiyordum.”
“Beni hiç tanıyamamışsın.”
“Haklısın, zaten seni oraya zorla alıp götürmüştüm. Olacağı da buydu.”
“Ne bekliyordun ki? Sana o çocuğa yazık olacak demiştim.”
“Konuyu tamamen kapattın mı?”
Aslında kapatmadığını adı gibi biliyordu, insan görüşmek istemediği birine telefonunu verir miydi?
“Beni ararsa, belki görüşürüm.”
“Yani aranızda ben haberci mi olacağım?”
Başını hayır der gibi salladı.
“Ona telefonumu verdim.”
Şaşkınlıkla yüzüne baktı,
“Söylediklerin ne o zaman? Resmen canıma okudun ama yaptıkların onunla ilgilendiğini gösteriyor.”
Deşifre olmamak için kıvırmayı seçti,
“O kadar çocuğa kötü davrandıktan sonra bunu da yapmalıydım.”
Merakla sordu,
“Sen ne vakitten beri böyle iyiliksever oldun?”
Aslında iyiliksever olmamıştı, çocuk bu güne kadar çevresinde bulunan kişilerden farklıydı. Evet, gençti, çocukça bir karakteri vardı ama düzgün ve eğitimli biriydi. Düşünceliydi, ağzının içine düşmemiş, biraz mesafeli davranmıştı. Bir şekilde ilgisini çekmişti ama hâlâ çekimserdi.
Yine de karşı çıkar gibi tepkili cevap verdi,
“Olmadım, bana doğrusu sanki buymuş gibi geldi.”
Yasemin, farkında olmadan gülümsedi, böyle hem ağlarım hem giderim diyenleri çok görmüştü.
Gül ile Spor Sergi Sarayında yaptığımız konuşmayı, ilerleyen günlerde hatırladığım kadarıyla gözümün önüne getirmeye çalıştım. Böyle ilk tanışmada, olumsuz bir tavırla karşılaşmak, gerçekten çok fazla canımı sıktı. Belli ki beni tanımak, benimle yakınlaşmak istemiyor ama son yaptığı şey bütün bunları yerle bir etti. Madem bu kadar olumsuz düşünüyor da bana neden telefonunu verdi?
Aslında çevremde bana ilgi gösterilmesine alışığımdır kızların benimle yakınlık kurma isteklerine hep şahit olmuşumdur. Bu sefer yaşananlar ise çok ilginç, benden kaçma isteği var ama merak da ediyor. Onu aramamı istiyor ama ben sana ısınana kadar senden uzak dururum diyor. Böyle bir durumla daha önce karşılaşmadığım için kararsızım, sıkmadan zorlamadan bir yol açmam gerek ama nasıl?
Dönem sınavları yaklaştığı için Mayıs sonunda fakültede derslerime iyice ağırlık verdim. O arada bizim apartmanda yakalamaya çalıştığım bir küçük kedi yavrusu tarafından ısırıldım. Çemberlitaş’ta bulunan Kuduz hastanesine gidip durumu anlattığımda, aşı olmam gerektiğini belirttiler. Hiç beklemeden de dosyamı açıp ilk aşımı yaptılar.
Okulumun bu ilk sınav döneminde, her gün Çemberlitaş’a aşıya da gitmeye başladım. Bir ay boyunca sınırlı üç nokta arasında hareket etmeye başladım: Beyazıt Üniversite sınavlar, Çemberlitaş hastane aşı ve Feneryolu ev ders çalışma. O eziyetli ve yorucu günler sırasında, gözüm etrafımda bulunan hiç bir şeyi görmedi. Hafta sonları daha önce gittiğim halk oyunları çalışmalarına da her gün olduğum kuduz aşısı nedeniyle mecburen ara verdim.
Gül, Spor Sergi Sarayında tanışmalarının üzerinden günler geçmesine rağmen Tarık’tan hiç bir haber alamamıştı. Üzerine çok gidip kişiliğini fazlasıyla didiklediğini için kendisine tavır yapıyor olabilirdi. Bu durumu kendince öyle pek fazla umursamamaya çalışsa da, öyle olmadığının farkındaydı. Ona bundan sonra görüşmek istediğini telefon numarasını vererek açık bir şekilde göstermişti, bu sinyali onun almamasına imkân yoktu.
Aralarında geçen bütün konuşmaları, onun tepki ve davranışlarını kafasında enine boyuna tekrar tarttı. Önceleri kendini haklı görüp bu olayı kendince göz ardı etmeye çalıştı ama günler geçip de telefon çalmayınca zihni de bulanmaya başladı. Erkeklerin bakışlarını ve ilgisini çekecek kadar güzel hoş biriydi, defilelerde mankenlik de yapıyordu. Kendisiyle çeşitli ortamlarda tanışan erkekler ondan öyle kolay vazgeçemezlerdi, sıkça arar çiçekler gönderirlerdi ama bu adam nedense onu aramıyordu.
Böyle bir duruma alışık değildi, ‘Tabii onu en başından korkuttum. Beni aramaya cesaret edemiyor, silik adam ne olacak,’ diye düşünürken, kızgınlığı da artıyordu. ‘Beyefendi eninde sonunda beni arayacak, ama ben de ona o zaman haddini bildireceğim.’
Temmuz ayı geldiğinde, ben de bir parça kendime gelmiştim. Fakültede girdiğim sınavların yanı sıra kuduz aşılarım da sona erdi. Bu sıcakta ders çalışmaları ile zihin yorgunluğu yaşarken, karnım da olduğum iğnelerle resmen yara oldu. Hafta sonu yapılan halk oyunları çalışmasına gittiğimde, oldukça yorgun ve halsizdim.
Yasemin ile karşılaştığımızda merakla ağzımı aradı.
“Uzun zamandır ortalarda yoksun, resmen kaybolup gittin. Derneği bıraktığını bile konuşuyorlar.”
“Daha henüz bırakmadım ama az kaldı, önümde sayılı günler var,” deyip ona yaşadıklarımı anlattığımda, şaşırıp kaldı.
“Hiç haberim olmadı, insan bir haber vermez mi?” diye sitem de etti.
“Valla kendi derdime düşüp, kimseleri arayamadım,” diye basitçe açıklama yapmaya çalıştım.
“Bu olanlardan Gül’ün haberi var mı?” diye merakla sordu.
“Yasemin, senin bile yokken onun nasıl olsun, söyler misin?”
“Ne bileyim ben. Belki aranızda görüşüyorsunuzdur diye düşünmüştüm.”
“Hayır, o günden sonra Gül ile bir daha hiç konuşamadık.”
“Sende onun telefonu var mı?”
Evet der gibi başımı sallayıp onun yanından ayrıldım.
Yasemin, çalışma sonrasında eve gitmeden önce aynı sokakta oturdukları Gül’e kapıdan uğradı. Geçenlerde konuştuklarında, onun hiç aramadığını öğrenmişti ama nedenini anlayamamıştı. Bugün öğrendiklerinden sonra taşlar da kendiliğinden yerine oturmuştu.
Kapıyı açan Gül, onu içeriye buyur etti. Karşılıklı oturup hatırlar sorulduktan sonra Yasemin hemen konuya girdi.
“Sana Tarık’la ilgili haberlerim var.”
Olumsuz bir tavırla cevap verdi.
“İnan, artık hiç ilgilenmiyorum,” deyip onu susturmaya çalıştı. “Ne olur hiç anlatma.”
Farkında olmadan tepki gösterdi,
“Neden bu kadar çok kızgınsın?”
Umursamaz bir tavırla cevap verdi.
“Kızgın değilim, sadece onunla ilgilenmiyorum.”
Davranışları pek inandırıcı olmadığı için onun söylediklerine karşı çıktı.
“Valla insan eğer birine kızıyorsa, onu umursuyorsa muhakkak onunla ilgileniyordur.”
Gül de sözlerinde ısrar etti.
“Gerçekten ilgilenmiyorum, kızgınlığım ise onun duyarsızlığına ve kabalığına.”
Mesele anlaşılmıştı, istediği ilgiyi göremediği için kızgındı. Aslında Tarık da bir telefon edip durumu anlatır, bir şekilde gönlünü hoş ederdi ama o da bir âlemdi. Kendini düşünüp her şeyi bir kenara atmıştı, ikisi de haklıydı ama bu gün Tarık’tan işittiklerini anlatmaya karar verdi.
“Sen ilgilenmediğini söylesen de ben yine de anlatacağım, çünkü onun haklı nedenleri var,” diyerek söze girdi. ”Apartmanda bir kedi tarafından ısırılmış. Kedi bulunamayınca bu sıcaklarda her gün Çemberlitaş’a hastaneye gidip yirmi bir gün kuduz aşısı olmuş.”
Laf etmeden duramadı
“Ahım tutmuş desene.”
Hayal kırıklığı ile söylenmiş olan bu sözleri duymamış gibi davranıp devam etti.
“Diğer taraftan bir ay boyunca fakültede, dönem sonu sınavlarıyla uğraşmış. Bu nedenle, ortalıkta pek fazla görünmemiş.”
Omuz silkerek ona baktı,
“Daha önce de ortada yoktu ki.”
“Öyle söyleme!”
“Bir telefon edip, bana da haber verebilirdi.”
“O da doğru ama sen de onu arayıp konuşabilirdin.”
Dalga geçer gibi yüzüne baktı,
“Telefonu yok ki, adam yer yarıldı da içine girdi mübarek.”
Anlaşılan telefon etmek istemiş ama bu olmadığı için de kızgın.
Gül, hızını alamayıp söylenmeye devam etti.
“O daha bir çocuk. Eminim bir ilişkinin ne demek olduğunu bile tam olarak bilmiyordur.”
Bu sözlerine karşı çıktı,
“Sende amma da abarttın ha. Sözlenip ayrıldın ya resmen anaç tavuk gibi davranıyorsun”
Öyle değil der gibi başını salladı,
“Bak şuraya yazıyorum, bu arkadaşlık bir adım bile ileriye gitmez.”
“Göreceğiz bakalım.”
Yasemin’i dernekte görüp konuştuktan sonra, artık Gül’ü aramam şart oldu. Bunca zaman sonra eminim benimle soğuk bir biçimde konuşup, beni hatırlayamadığını söyleyecektir ama olsun. Yine de bunu nezaketen yapmam gerekiyor.
Bir telefon kulübesi bulup jetonu attım ve bana verdiği numarayı çevirdim. Telefon ikinci çalışında açıldı, bir kadın sesini işittim. Kendimi tanıtıp,
“Gül ile görüşebilir miyim?” diye kibarca konuştum.
“Merhaba, benim Gül.” diyerek cevap verdi.
Kendimi tanıtıp konuşmaya başladım,
“Kusura bakma seni daha önce arayamadım,” diyerek özür dilemeye çalıştım. “Uzun zaman sonra bugün dernekte Yasemin’i görünce, aramamın doğru olacağını düşündüm. Nasılsın?”
Soğuk ve kinayeli bir ifadeyle cevap verdi.
“Yasemin’e bir teşekkür borcum oldu desene,” diyerek aynı tonda devam etti. “İyiyim, senin yaşadıklarını da biraz önce öğrendim. Nasıl şimdi iyi misin?”
“Hâlâ çok halsizim ve karnım vurulduğum kuduz iğnelerinden dolayı yara oldu,” dedim. “Çok şükür o günler artık geride kaldı.”
“Büyük bir talihsizlik yaşamışsın.”
“Öyle oldu! Vaktin olursa, hafta arası bir gün görüşelim mi?”
Hiç düşünmeden cevap verdi,
“Bu günlerde olmaz. Belki daha sonra…”
“Peki, hoşça kal. Görüşmek üzere,” diyerek telefonu kapattım.
Dernek en çok görmek istediğim Finlandiya gezisine hazırlanırken, ben oradan ayrıldım. Ne onların bana ne de benim onlara vereceğim bir şey artık kalmamıştı. Arada güven ve samimiyet olmadan gidip gelmek eziyet haline gelmişti. Hepimiz kendi yolumuza gittik, bir iki hafta sonra arkadaşım Mete ile birlikte Kastro sahiline hafta sonu gezisi düzenledik. Yasemin, kardeşleri ve Gül de bizimle birlikte geldi. Yirmi kişilik midibüste samimi bir ortam vardı. Piknik yaptık, güneşlenip denize girdik. Yan yana koltuklarda oturup birbirimizi tanımaya çalıştık.
Geçen zaman içinde önyargılar aşılamadı, inatlaşmalar hemen kendisini gösterdi. Gül’ün ilk tanışmamızda söylediği her şey, zamanla kendini göstermeye başladı. Bir türlü görüşemiyoruz, telefonla konuşurken hemen tersleşiyoruz. Arkadaş grupları içinde bir yerlere gidip görüştüğümüzde, aradaki buzları kırıp, bir türlü yakınlaşamıyoruz. Birbirimizi nasıl oluyorsa çok da kıskanıyoruz, farkında olmadan hayatlarımızı yönlendirmeye çalışıyoruz. İş çığırından iyice çıktı, resmen karşılıklı rakipler olduk.
Düşünüyorum da geçen zaman içinde, hiçbir olay bizi birbirimize yakınlaştıramadı. Bir çift hiçbir zaman olamadık ama birbirimizden ne uzaklaşabildik nede yakınlaşabildik. Yollarımız ayrılsa da bir şekilde hep karşılaştık, arkadaşlığımızsa yıllardır dostça sürüp gidiyor. Bu arada ben de bir Akrep burcu insanı olarak, hikâyeler ve şiirler yazmaya başladım.
Benim oğullarımın biri Boğa diğeri Akrep çok geçinemeseler bile birbirlerinden de ayrılamazlar. ☺️
Yazılarınızı keyifle okuyorum.
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim, ben de sizin gezi notlarınızı takip ediyorum. Geçen gün 1977 yılında gittiğim İrlanda ile ilgili yazılarınızı ilgiyle okudum, o günleri hatırlamaya çalıştım.
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim. Biz Tur İle gezdiğimiz için fazla kapsamlı olmuyor.🤷♀️ Zaten fotoğraf uğruna başladım yazı da ekle dediler.😁
BeğenLiked by 1 kişi
[…] Bir akrep burcu hikayesi […]
BeğenBeğen