Sigara tabakası -II-

Kocam bir şeyler yazabilmek için bir kaç gün daha debelendi. O arada ben de fırsat buldukça komşulara kahve içmeye gidiyorum. O arkada masada kamburunu çıkarıp oturmuş, ayağının dibinde de Tarçın, elindeki eski deftere bir şeyler çiziktirip duruyor. Aman oyalansın da benim istediğim başka bir şey yok.

Balkonlarında oturmuş karşılıklı kahve ve sigara içerken bu durum Ener Ağabey’in dikkatini çekti. Dayanamayıp sordu.

“Kocan orada dilekçe mi yazıyor?”

Gülümseyerek cevap verdim,

“Yok, boş durmamak için oturmuş kendince hikâye yazıyor,”

Sigarasının dumanını üflerken, hafiften gülümsedi.

“Yapabiliyorsa ne kadar güzel!”

Böyle göz önünde olması belli ki ona çok anlamsız geldi, ben yine de bu durumdan memnunum. Yazacak olan insan illa sessiz bir ortam aramaz, yazıya aktaracağı düşünceleri varsa kalemi oynar.

Kocam ertesi gün eski defteri ile yine karşımda duruyordu, çekinerek sordu.

“Bu hikâyede yazacağım şeyleri şimdilik bitirdim. Sana neskafe yapayım, dışarıda güneşlenirken onlara göz atar mısın?”

Bakar mısınız kocamın resmen zihni açıldı, içinde gizlediği cevheri ortalara dökmek için sanki fırsat kolluyormuş. Valla aferin bana! Nokta atışı bu olsa gerek.

O arada Belma Abla da güneşlenmek için bize geldi. Biz aramızda hal hatır sorarken, kocam araya girip sordu.

“Belma ablam, sen de neskafe içer misin?”

Samimiyetle cevap verdi.

“Bu sabah daha kahve içmedim, sen yaptıktan sonra içerim,“ diye cevap verdi

Kocam mutfağa geçip hemen kahveleri hazırladı, Belma Abla ile kahvelerimizi alıp öndeki şezlonglara kurulduk.  Sigaramı yakarken sordum

“Kocam ilk defa bir hikâye yazmış, okusam dinler misin?”

Gülerek cevap verdi.

“Olur, güneşlenirken yapacak başka işimiz var mı?“

Ben de eski defteri elime alıp, en baştan okumaya başladım. İlk bölümü bitirince kahvemden bir yudum aldım. Ardından hikâyeyi okumaya devam ettim.

~/~

Ne kadar bir komik durum, kafamdan yazdığım uyduruk hikâye akşam rüyalarıma giriyor. Aslında bana da eğlence çıktı, artık hayatımdan neleri çıkarmak istediğime oturur karar veririm. Her şey sanki bir şaka gibi, rüyalarımda bile her şey ters.  Karşıma adam gibi bir cin çıkıp da üç dileğimi sorsa olmaz mıydı?

Öyle bir şey olsa eminim o zaman dünyanın dönüşü değişir, yaşam ters düz olurdu.  Ey insanoğlu yatıp kalkıp bana bolca dua edin. Rüyamda karşıma cin yerine bir Diyojen kılıklı bir berduş çıktı, ya tersi olsaydı?

Akşamüstü balkonda otururken ister istemez hayatımda ters giden şeyleri düşündüm. Berduş tekrar rüyalarıma girerse, hiç olmazsa hazırlıklı olmak istiyorum. Eğer kalkıp da bana bir şey sorarsa, hiç düşünmeden hemen cevaplarımı sıralarım, onun da böylece aklı şaşar. Ancak ne tarafından tutsam da hayatım elimde kalıyor.

Yıllardır işim gücüm doğal olarak param yok, olacağı da meçhul. Zaten uğraştığım bir şeyler olsaydı, bu tür saçmalıkları düşünecek zamanım da olmazdı. İşsiz güçsüz çavuşların hikâyesi benimkisi! Şaka bir yana işsizlikten, parasızlıktan ve başkalarına bağımlılıktan kurtulmak isterdim. Bunları hayatımdan sonsuza kadar çıkarmak beni hakikaten çok mutlu ederdi.

Picture 020

Birkaç gün sonra bu olayı ve saçmalığı tamamen unutmuştum. Sabah kahvaltı sonrası kumsalda Tarçın’la oynarken, denize attığım o tabaka tekrar karşıma çıktı. Karımın denize düşen evlilik yüzüğünü senelerdir beklerim gelmez, pis bir tabaka ise gözüme girip duruyor.

Yemin ederim ben ona elimi bile sürmeyecektim ama Tarçın o pis şeyi ağzına alıp oynamaya başlayınca, mecburen onun peşinden koşmaya başladım. Berduşu- hayali şimdi de Tarçın’ı ele geçirdi, ille de bana yakın olmak istiyor gibi. O pis tabakayı Tarçın’ın ağzından zorla aldım, bir de keserse durum pek tatlı olmaz. Veterinere git, tedavi yaptır, paraları dökül, of ya of! Elimdeki bu pis şeyi ne yapayım, tekrar denize mi atayım bilemedim.  O arada Tarçın evin arka tarafına doğru gidince, oyun faslının şimdilik sona erdiğini anladım.

O tuvaletini yapmak için, sitenin dış duvarının oraya doğru koşarak giderken, ben de balkondan bir buzdolabı poşeti alıp arkasından koşturdum. O arada elimdeki pis tabakayı da güllerin dibine bir yere bıraktım. Tarçın efendi incilerini kendince uygun bulduğu yere döktükten sonra yine koşarak denize gitti. Ben de arkadan temizleme servisi olarak kalanları toplayıp görevimi yaptım.

Tarçınla yarım saat daha denizde oynadıktan sonra, beyefendiyi tatlı suyla yıkama faslı geldi. Arka tarafta onu şampuanıyla yıkayıp sabunlarını duruladım. İşim bitince iki basamak atlayıp balkona çıktı ve silkelendi. Daha önceden yere serdiğim büyük havlusunun üzerine yatıp kendince dönerek kendini kurulamaya çalıştı. Komik köpek!

Bir yere kaçmadan yanına gidip havluyla onu iyice kuruladığımda, sıçana benzeyen hali de yok oldu. Kızıl kahverengi tüyleri kabarıp parladı. Ondan sonra fırçayla tüylerini tarayınca, yakışıklı bir köpek oluverdi.

Sinekliği açıp onu tekrar çamurlanmaması için içeriye sokunca, doğruca kanepeye koşturdu. Daha önceden yaydığım bir başka havlunun üzerine keyifle atladı. Orada uzanmış keyifle beklerken, ben de dışarıyı yıkayıp temizledim. O arada gözüme güllerin dibine bıraktığım tabaka ilişti. Atmaya kıyamayınca bir beze sarıp kuytu bir yere kaldırdım. Karımın anneannesi onu görse, eminim hemen kaldırır atar.

İçeriye girdiğimde, Tarçın çoktan uyumaya başlamıştı. Acaba aynı durumun tersi olsa, o da beni yıkayıp, kurular ve tarar mıydı?

Kendimce bir inanışım vardır, bazı insanlar dünyaya başkalarına hizmet etmek için gelmişlerdir. Ben de kesinlikle o grubun içine giriyorum, baksanıza köpeğime bile hizmette kusur etmiyorum.

Tabaka ile bu kadar çok fazla haşır neşir olunca, gece doğal olarak hazret de tekrar rüyama girdi. Ömrüm boyunca ilk defa böyle garip bir durum ile karşı karşıya kalıyorum ve oldukça şaşkınım.

Yüzüme sanki beni çözmeye çalışıyormuş gibi dikkatle bakıp sordu.

“Bana söyleyeceklerini kafanda tarttın mı?”

Ben çoktan hazırım, kendimden emin bir şekilde gülümseyip cevap verdim.

“Evet, bir karara vardım.”

“Hadi bekliyorum söyle!”

Bu sözlerle de aklımdakileri ona hemen söyledim.

“Tamam, bana ilettiğin dileklerini olmuş bil,” diyerek cevap verdikten sonra sözlerine devam etti. “Şimdi benimde senden bir isteğim var.”

Dalga geçer gibi cevap verdim.

“Bedelsiz bir şey yok anlaşılan!“

“Korkma bu öyle yapamayacağın büyük bir şey değil, sadece etrafıma daha çok yardım edebilmem için gerekli.”

“Peki, sizi dinliyorum.”

“Bu tabakayı en kısa zamanda tekrar denize geri bırakmalısın. Yalnız bu deniz hem derin hem akıntılı hem de başka bir deniz olmalı.”

Bu isteği kahve falı olayına benziyor. Hani fal bakıldıktan sonra

“Hadi gidip hemen yıka ki falın çıksın,” derler ya, berduşun sözleri de buna benziyor. Ancak bu dediklerini gerçekleştirebilmem şimdilik zor!

Sözlerin değerini yitirdiği bir yerde, rüyanın içerisinde yaşarken ister istemez hemen aklıma geldi.  Hiç düşünmeden karşımdakine soruverdim

“Dileklerim gerçekleşmeden mi sizi denize geri atacağım?“

Çok ciddi bir ifadeyle cevap verdi.

“Öyle! Bana istesen de istemesen de güvenmek zorundasın.”

Babana bile güvenme sözünün geçerli olduğu bir ülkede yaşarken, aldığım cevabı doğrusu çok garipsedim ama aslında yerden göğe kadar da haklı. Oturmuş onunla neyin pazarlığını yapıyorum bilmiyorum. Hayalimde yaşattığım bir berduşa güvensem ne olacak, güvenmesem ne?

Bütün kibarlığımla sordum.

“Sizi hemen başka bir denize geri bırakmam zor. Bir kaç gün sonra İstanbul’a evimize döneceğiz, sizi boğazın akıntılı sularına bırakmak istiyorum. Dayanabilir misiniz?“

Yüzünde anlamsız bir ifadeyle cevap verdi.

“Ben beklerim, ama kutunun üzerinde hep birlikte yaşadığım yaşam arkadaşlarım yosunlara,  kabuklulara da bir şey olsun istemem.“

“Merak etmeyin, gereken tedbiri alacağım,“ diyerek onun içini rahatlatmaya çalıştım.

“O zaman tabi sorun değil, dostlarımda biraz dişlerini sıkarlar,” diyerek sözlerini bitirdi.

O tabakayı sardığım bezden çıkarıp, su dolu bir kutuya koymam gerektiğini düşünürken, karşımdaki kişi tekrar konuşmaya başladı.

“Sizi uyarmam lazım, sakın ha bizi denize ulaştırmayı unutmayın!” diyerek tembihte bulunup devam etti. “Denizin dışında çok uzun süre kalırsa, rivayete göre tabaka iri bir çakıl taşına dönüşebilirmiş.“

Şaka yapar gibi cevap verdim.

“Merak etmeyin, şansımı sokağa atmayı istemem.“

Sabah uyandığımda, uykumda gördüğüm rüya net olarak aklımdaydı. Tarçınla sabah gezmesinden dönünce, o hemen yukarıya çıkıp yatağına yattı. Ben de kimse uyanmadan mutfakta alt dolabın içini açıp, gizlice sakladığım plastik dondurma kaplarından birini aldım. Kapağını da unutmadım. Deniz kenarına gidip, plastik kutuyu suyla yarı yarıya doldurdum. Tabakayı sakladığım yerden alıp, sardığım bezden çıkardım. Tabakayı suyun içine bırakıp, plastik kutunun kapağını da sıkıca kapattım. Plastik kutuyu alıp üst katta yattığımız odaya çıktım. Orada bulunan büyük yatağın altına görülmeyecek şekilde koydum. Kutu anneannenin gözünden kesinlikle uzak olmalı! Bu saçmalığı neden yaptım bilemiyorum, belki de hiç gerçekleşmeyecek bir hayalin peşinden koşmak istedim.

Hikâyenin yazılmış olan kısmı, bu şekilde sona eriyordu. Aslında ilk defa yazan biri için çok kötü de değil. Belma abla da aynı fikirde.

“Etrafını çok iyi gözlemlemiş, hele Tarçın’ı olduğu gibi yazmış.”

“Demek ki onun aslında şimdiye kadar farkında olmadığı fotoğrafik bir hafızası var. Bak sen de teşvik ederek onu bilmeden ortaya çıkarmışsın.”

Yalan da değil, gerçekten hatırladıkları oldukça ayrıntılı.

“Dayınlar ne zaman geliyorlar?”

“İki gün sonra, yarın toparlanıp yola çıkmamız gerek.”

Dayımla eşi her zaman olduğu gibi Amerika dönüşlerinde Şarköy’e gelecekler, bizler de bu nedenle İstanbul’a dönmek üzere hazırlandık. Buradaki ev küçük olduğu için bu şekilde bir ayarlama yapmaya çalışıyoruz.

Arabayı kocam evin önüne getirdiği anda, Tarçın her zaman ki gibi hemen arabaya bindi. Ona hazırladığımız arka koltukta, o sıcakta bizleri beklemeye başladı. Garibim onu burada bırakıp gideriz korkusuyla arabadan dışarıya adım bile atmıyor. Eşyaları arabaya yerleştirip hazır olunca, çevremizdeki komşularla ve anneanne ile vedalaşıp ayrıldık. Bu sene bizim için artık sezonu kapanmış gibi düşünebiliriz.

İşe gidip gelmeye başlayınca günler de hızlı bir şekilde geçmeye başladı, kocamın hikâyenin sonunu yazıp yazmadığını da bilemiyorum. Ona her fırsatta yaz diyorum ama bunun kolay olmadığının da farkındayım. İki kelimeyi yan yana getirip yazmak bile bazen insanı yorabiliyor.

Bir hafta sonra işteyken çalan telefonumun ekranında anneannemin aradığını gördüm, hiç düşünmeden hemen açtım. Anneannenin telaşlı sesini duydum

“Bizim Hidayet, temizlik yaparken ön odadaki büyük yatağın başucunun altında bir plastik kutu bulmuş. Su ile doluymuş, içinde de dört köşe siyah bir çakıl taşı duruyormuş.”

Duyduğum şaşkınlıkla bir an öyle kaldım. Bu kocamın hikâyesinde anlattığı olay!

Gerçekten kocam sahilde bir tabaka buldu mu?

O tabaka unutulunca, berduşun söylediği gibi bir çakıl taşına mı dönüştü?

O arada anneannemin sesini işittim,

“Ben büyüden çok korkarım, acaba birileri gizlice bir şey yapmış olmasın,“ diyerek endişeli bir sesle tekrar sordu. “Senin bu kutudaki taştan haberin var mı?”

Var desem aslında yok ama…

“Ben koymadım ama belki kocam bir şey biliyordur. İsterseniz onunla konuşun,”

“Tamam, ben hemen onu arayayım.”

Anneannem telefonu kapatınca düşünceli bir şekilde sigaramı alıp dışarıya yürüdüm. Böyle bir şey nasıl olabilir ki?

~/~

Çalan telefonun ekranında Şarköy yazısını görünce, hiç düşünmeden hemen açtım. Karımın anneannesinin telaşlı sesini duydum, bana yatağın altında bulunan su dolu kutuyu anlattı. Bu sözlerle oraya koyduğum plastik kutu aklıma geldi. Ben onu tamamen unutmuşum ama şimdi karşımdaki endişeli yaşlı kadına dert de anlatamam.

“Evet, haberim var. Taşı temizlemek için onu ben koydum.” diye cevap verdim. ”Özür dilerim, gelirken onu atmayı unutmuşum.”

“Peki, onu ne yapalım?” diye sorunca da atmalarını söyledim.

Olan olmuş işte, yani bu saatten sonra yapılacak ne var ki?

~/~

Sigaramı içtikten sonra tekrar Şarköy’ü anneannemi aradım, ne yaptığını sorunca kocamla yaptığı konuşmayı anlattı.

“Bana da kendisinin koyduğunu söyledi. Peki, o kutuyu ne yapayım?”

“Kutunun içindekileri denize dökün, böylesi daha iyi!”

“Ben de öyle düşünmüştüm, Hidayet’e söyleyeyim.”

Konuşma bitince olanları düşündüm. Niye öyle yaptırdım tam olarak da bilemiyorum. Bu hikâye farkında olmadan beni de avuçlarının içine almış olmalı.

2 comments

  1. Evet kendini okutan keyifli bir öykü olmuş. Eşinizin ve kendi ağzınızdan konuşmalar ara da anneanne ve Belma Hanım çok güzel durmuş. Ayrıca Tarçın’ı gerçekten çok güzel anlatmışsınız. Kısaca on beş yıl öncesi başlayan edebiyat ilginiz hiç de yabana atılır gibi değil. Şimdiki yazılarınıza bakarak söylüyorum. Fotoğrafik hafızanıza kaleminizin kuvveti de eklenmiş. Keyifle okunası yazılarınıza devam diyorum. Selam ve sevgilerimle…

    Liked by 1 kişi

  2. Öyküyü ben de yeniden okudum, güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Aslında hikayenin sonunu baştan yazıp kutuya deniz suyu doldurmuş ve sahilde bulduğum dört köşe bir çakılı da içine koymuştum. Anneanneyi iyi tanıyordum, yatağın altına koyduğum kutuyu bulduğunda göstereceği tepkilerini de tahmin edip yazmıştım. Yaşananlar beni yanıltmadı, kendisi büyülerden muskalarda gerçekten korkardı. Gerçekten hemen telefonla karımı ve beni aradı, heyecanı beklediğim gibiydi. Çakıl taşı kafaları karıştırarak denize geri döndü, bunu da kendisine hiç anlatmadım. Galiba hikayeler neşeli başladı ve devam ediyor, övgü dolu sözleriniz için tekrar teşekkür ederim.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s