Hayvanlarla inatlaşmamak gerek

Eskiden televizyonlarda bazen bazı ürünlerle ilgili kamu spotları yayınlanırdı. O ürünle ilgili faydalı bilgilerin verilmesi yanı sıra onun nasıl daha etkili ve faydalı kullanılacağı da program içinde işlenirdi. Bir ara hatırlıyorum da mercimek konusu ele alınmıştı, programlara çıkan usta aşçılar ve beslenme uzmanları, mercimekle yapılabilecek yemekleri günlerce gözümüzün içine sokmuşlardı.

Yayınlanan bir tarım programında da devekuşu ve tavşan yetiştiriciliği ile ilgili bölümleri ilgiyle izlemiştim. Sadece avcılar tarafından doğada avlanan tavşanların aslında tüketiciler için iyi bir besin kaynağı olduğu vurgulanmaya çalışılmıştı. Aslında dünyanın birçok ülkesinde tavşan, mutfaklarda kullanılan besinlerin başında geliyormuş. Çiftliklerde üretilir ve etiyle, kürküyle birlikte iyi bir ticari ürün olarak mutfaklarda yerini alırmış.

Bizim ülkemizde bazı ürünler ile biraz geç tanışırız, çocukluğumda kasaplarda çoğunlukla koyun eti satılırdı, dana eti pek rağbet görmezdi. Tavuk ise şimdiki gibi kesilmiş ve işlenmiş olarak kesinlikle satılmazdı. Küçük yerlerde tavuk yumurtası ve eti için beslenirdi. Öncelikle horozlar ve sonra kart tavuklar kesilir, yolunur ve pişirilirdi.

Şimdi bu anlatılanlar sizlere çok ekstrem şeyler olarak gelebilir ama o günkü şartlar bunlardı. Tavuk yemek istiyorsanız gidip pazardan canlı tavuk satın alacak ve kesecektiniz, eğer kesemiyorsanız da birinden rica edecektiniz. Ancak kesilmiş tavuğun tüylerini yolmak, tütsülemek, içini temizlemek ise yine annelerimizin işiydi.

Vakti zamanında kıyısından köşesinden ilgilendiğim için, konuyu devekuşu tarafına hiç sapmadan tavşan yetiştiriciliği tarafına getirmek istiyorum. Bizim Feneryolu Koru mahallesinde bu ilginç meselenin nasıl başladığını tam olarak hatırlamıyorum ama bizim Orhan’la Mücahit apartmanlarında, kömürlüklerin yanında bir kümes yapmışlar. İçine de birkaç tane tavşan alıp koymuşlar. Ben de gidip bunları gördüm ve çok da hoşuma gitti

14 yaşındayım ama o sıralar evdeki akvaryumlarımda küçük balıklardan üreterek satıyor ve üç beş kuruş para kazanıyorum. Bizim Kelle Bülent gibi üretilmesi güç olan ama iyi para eden Japon ve Melek balıklarından pek üretemiyorum. Onların yerine Zebra, Black Moly, Lepistes ve Gurami üretiminde başarılıyım. Özellikle yumurtlayan balıkların yavrularını nasıl büyüteceğimi bana Kelle Bülent öğretti.

Görsel: Milliyet

Böyle balık işiyle uğraşırken tavşan konusu nedense ilgimi çekti, araya bu işi de sıkıştırmak istedim. Öğrendiğim kadarıyla çok sık yavruluyorlar ve üretilmeleri öyle pek zor bir şey değil. Beslenmeleri için kuru yemlerin yanı sıra pazarlardan manavlardan alınacak sebze artıkları da kullanılabiliyor.

Bu iş aklıma yatınca kümes yapma işini düşündüm, yani Orhan’la Mücahit’in kümesleri gibi kocaman bir şey yapamam. Annemin Edirne’de yaptığı kümes kadar bir şey yapmam akıllıca olur, hem annem gibi bir usta da bana akıl veriri ve yardımcı olur. Fikrimi anneme anlattım, aklıma koyduğumu yapacağımı bildiği için bana neler yapmam gerektiği konusunda yol gösterdi.

Evde artık pek fazla kullanılacak tahta olmadığı için etrafta dolaşıp inşaatlardan kullanılmayan tahta parçalarından topladım. Bizim apartman bahçesinde, yan duvarın kenarında annemin önerileriyle bir kümes yaptım. O arada Kelle Bülent’ten tavşanların yeraltında toprağı kazarak yaptıkları yuvalarda yaşadıklarını öğrendim, yani kümesin tabanını beton yapmanın gerekli olduğu ortadaydı.

İnşaat ustası değilim ama kendimce bir yerlerden kum ve çakıl buldum, gidip nalburdan da bir torba çimento satın aldım. Bunları suyla birlikte karıştırıp beton harcı yaptım ve bunu kümesin tabanına demirler olmadan düzgün bir şekilde yaydım. Bu harcın kuruması için üç gün sabırla bekledim.

Beton işinin olduğuna kanaat getirince, kümesin diğer taraflarını tamamlamaya öncelik verdim. Kuyubaşı’nda ki nalburu tekrar ziyaret ettim, kümesin ön tarafı için belirlediğim ölçülerde kafesli tel ve kalın muşamba satın aldım. Akvaryum balığı satarak kazandığım paralar kümes yaparken azalmaya başladı ama yapacak pek bir şey de yok.

Ölçüyle aldığım kafesli ince teli ön tarafa güzelce yerleştirip çaktım, kalın çıtalarla da etraflarını iyice sağlamlaştırdım. Kümesin ön tarafını da bahçede inşaat zamanından kalmış olan briketlerle sağlamlaştırmaya karar verdim. Kümesin önünü briketlerin rahatça gireceği derinlikte kazdım. O kafes telini o derinliğe kadar indirdim ve briketleri de kazdığım bu yere teli sıkıştıracak şekilde yerleştirdim. Üzerini geçen günden kalan çimentoyla yaptığım yeni harçla kapattım.

Birkaç gün sonra bunların kuruduğundan emin olunca üzerlerini toprakla ve çakılla doldurup iyice sıkıştırdım. Ardından da kümese kendimce sağlam bir kapı yaptım ve menteşelerle yerine taktım. Tavşanlara yuva yapmak içinde manavdan da dört tane portakal sandığı rica edip aldım. Sandıkların yanlarından tahtalar çıkarıp giriş yerleri yaptım ve onları yan yana köşeye yerleştirdim.

O arada hayvan besleme işini iyi bilen annemden kümesin temizliğiyle ilgili faydalı bilgileri de sorup öğrendim. Mahallede bulunan marangoz atölyesinden çıkan talaşları alıp kullanmalıymışım, kümeste yaşayan hayvanların kuru ve sıcak olmaları için bu gerekliymiş. Kümesin temizliği hayvanların sağlıklı olmalarını sağlayacakmış, temiz su ve yeterli beslenmeleri de önemliymiş. Kümesi her gün temizleyip yere kuru talaş sermeliymişim.

Kümesin tabanına talaşı serdim, su kabı ve kuru yem işini de hallettim. Hazır olduğuma emin olunca elimde eski bir çantayla Eminönü’ne gittim, orada bulunan Çiçek Pazarı’nda hayvan mağazalarını sıra ile dolaştım. Oradaki hayvanlar kafeslerde sıkışık bir şekilde yaşamaya çalışıyorlar ama benim de bunun için yapabileceğim bir şey yok. Sonunda sağlıklı olduğunu düşündüğüm iki dişi ve bir erkek tavşan satın aldım.

Vapur otobüs derken eve vardığımda onları hemen yaptığım kümese saldım. Yaşadıkları korku ve heyecanla hemen tahta sandıkların içine saklandılar, ben de kapıyı kilitleyip eve çıktım. Bu şekilde bizim Koru mahallesinde aniden iki tavşan kümesi pardon işletmesi oluverdi. Orhanlar, kendi kümeslerine eğlencesine Hacı Müco tavşan çiftliği adını verince, ben de hayallerim büyük ama işletmem küçük bir kümes olmasına rağmen Zeki Şen ve mahdumları tavşan çiftliği ismini koydum.

Ertesi gün öğlende okul dönüşü gidip baktığımda, kümes yerinde sağ salim duruyordu, köpekler tarafından herhangi bir saldırıya uğramadığını görünce çok sevindim. Sevinçle kapıyı açıp içeriye baktığımda ise resmen şok oldum. Kümesin içi sanki savaş yerine dönmüş gibiydi, her taraf toprak olmuş ve ortalık gerçekten çok kötü kokuyordu. Duvarın dibinde iki tane derin oyuk var, yuva diye koyduğum portakal sandıkları yer değiştirmiş, su kabı devrilmiş ve içi de toprakla dolmuş.

Kümesin o güvendiğim sağlam beton tabanı daha birinci günden delik deşik olmuştu. O itinayla hazırladığım çakıllı kumlu çimentolu harç, tavşanlara ancak bir gece dayanabilmişti. İster istemez kan beynime sıçradı, ben orada kendimce bir düzen kuruyorum ama iki tane kıçı kırık tavşan onu yerle bir ediyor. Yani bu olacak iş mi?

Patronun ben olduğumu göstermek için kazdıkları o çukurları oradan çıkardıkları toprakla tekrar geri doldurup üzerinden sıkıca bastırdım. Köşeye yığılmış olan yuva sandıklarını tekrar eski yerlerine koydum, ortalığı süpürüp kirli idrar kokan talaşları dışarıya aldım. Yere kuru talaş serdim, yem ve suları da tazeledim. Şimdi artık boşuna gayret sarf ettiklerini anlamışlardır.

Gece balkondan ara sıra bahçeye bakıp fenerle tavşan kümesini kontrol ettim, her şey normal gibi görünüyor. Sabah her zaman yaptığım gibi hazırlanıp erkenden okula gittim, öğlen de eve dönünce yemek yedikten sonra yemleri, suyu, faraşı ve talaş torbasını yanıma alıp kümese indim. Bu sefer ortalığı dağıtmadıklarını düşünerek onlara birer de büyük havuç götürüyorum.

Kümes kapısını açınca aynı sidik kokulu savaş alanı ve ortada bir öbek toprak beni karşıladı. Bunlar resmen makine gibi çalışıp kanal kazıyorlar ama birimizden birimiz pes edecek. O sinirle gürültü yapınca tavşanlar hemen sandıkların içine kaçtılar. Dün yaptığım gibi yine ortalığı süpürdüm ve çukurları doldurdum. O arada aklıma annemin bir kenarda duran boş toprak saksıları geldi, yuva olarak onları kullanmak belki daha iyi olacak. Bu portakal sandıkları oradan oraya hareket ettiriliyor.

Kümesin kapısını kilitleyip bir hızla eve çıktım ve anneme o toprak saksıları alıp alamayacağımı sordum. Nedenini anlatınca gülerek olur deyip ekledi.

“Oğlum, o hayvanlarla boşuna uğraşıyorsun, onlar içgüdülerinle kazıyorlar, rahat bırak.”

“Ben o kadar uğraşıyorum, bu olmaz. Her şey benim dediğim gibi olacak.”

“Kafanın dikine gidiyorsun ama boşuna, o havuçları da götür de yesinler.”

O kızgınlıkla havuçları da alıp eve gelmişim farkında bile değilim. Onları ve büyüğe yakın toprak saksıları alıp aşağıya indim, onları yan biçimde koyup bir kısımlarını bu sefer ben kazıp toprağa gömdüm. Artık ortada beton meton hak getire, günlerce boşuna uğraşmışım.

Aslında inşaat betonlarının kalitesini de tavşanlarla test etmek gerek, salın üç beş tavşanı iki günde betonun kalitesi belli olur. Şaka bir yana annem de haksız değil, hayvanlar kendilerine sadece güvende olacakları bir yuva yapmaya çalışıyorlar. Ancak cins olan kişi de benim, ille benim dediğim olacak diye inat ediyorum.

Cumartesi günü okul öğlene kadar, ben de on buçuk gibi dersten çıkıp eve döndüm. Okul kıyafetlerimi değiştirip hemen yemler, su ve süpürgeyle aşağıya indim. Kümesin kapısını merakla açtım, manzara diğer günlerde olduğu gibi yine aynı. Tavşanlar yan yana oturup sohbet edip keyif yapacaklarına, yeri kazıyorlar. Yani koklaşıp, çiftleşip sonra da tütün içsenize. Yahu biraz bana da acıyın, bu gidişle resmen takanaklı sinirli bir çocuk olup çıkacağım.

Birkaç gün daha tavşanlarla inatlaşıp kazdıkları yeri doldurdum ama sonra pes edip vazgeçtim. Benim onlarla kazı işleriyle baş etme imkânım yok. Üç tavşan ele ele verip bir gecede doldurduğum delikleri tekrar açıyorlar. Konu anlaşıldı, benim bunları rahat bırakmam gerek diyerek kararımı verdim. Bundan sonra sadece kümesi temizleyip toprakları dışarıya alacağım.

Dediğim gibi hareket etmeye başladım ama işimi gerçekten titiz ve ciddi bir şekilde yapıyorum, okul dışında her gün onlarla ilgileniyorum. Tavşanların idrarı ve pisliği gerçekten çok kötü kokuyor, bu nedenle kümesin içini süpürüp talaşları pisliklerle beraber dışarıya çöpe atıyorum. Tepeleme birikmiş ortadaki kazılmış toprağı da dışarıya atıp yeri düzlüyorum.

Zemin hazır olunca yere yeni talaş seriyorum, toprak dolan suyu döküp kaba taze su dolduruyorum. Yem işinde ise problem yaşamıyorum, kuru suni yemi zahireciden, taze sebze artıklarını manavdan veya pazardan alıyorum. Atacakları çöpleri onlar yerine almam bir yerde işlerine de geliyor. Marangoz da talaş konusunda memnun, işini azaltıyorum.

Her şey çok kolay gözükse de bunlar zaman alan ve dikkat isteyen işler. Bir ara tavşanların ağız ve burunların da mantarlar oluştu, hemen her şey hakkında bir bilgisi olan bizim Kelle Bülent’e danıştım. Onun verdiği tozu suya karıştırıp, tüm tavşanların mantarlı yerlerini bu ilaçla günlerce yıkayıp onları iyileştirdim. Bunun dışında da bir hastalıkla karşılaşmadım.

Bir ara nereden bulmuş bilmiyorum ama Kelle Bülent bana büyük bir New Zeland cinsi tavşan hediye etti, bembeyaz ve kırmızı gözlü bu hayvan tam beş kilo ağırlığında! Diğer tavşanlarımın yanında bu resmen dev gibi görünüyor. Böyle cins bir tavşanım olunca daha çok havaya girdim, resmen damızlık yarış atı sahibi gibi olan erkek tavşan sahibiyim.

Arada benim damızlık cins tavşanı Hacı Müco tavşan çiftliğine götürüp, onların tavşanlarının da iyi bir cinsten üremelerine destek oluyorum. O arada kümesteki diğer erkek tavşanla maalesef vedalaşmak zorunda kaldım, aynı kümeste hayvan nereye kaçacağını şaşırmıştı.

imagesnzr

Bu büyük tavşan kümese geldikten bir süre sonra yuva hazırlandığını fark ettim. Karnı şişen siyah beyaz tavşan, kendi tüylerinden yolup toprak saksılardan birinin içine koymaya başladı. Bir gün hazırlanmış olan o yerde fareye benzeyen tüysüz bebekleri gördüm, tüylerin arasında hareket ediyorlar. Bir hafta sonra beş minik tavşan ortalarda oynamaya başlamıştı. Onları bir sepetin içine koyup eve çıkardım, holde gazeteler serip onları serbest bıraktık. Onlar koşturup oynarken bizler de sevinçle yerde oturup onları seyrettik.

Yeniden akvaryum balığı satıp paralanınca Eminönü’nde ki Çiçek Pazarı’na gidip daha güzel beyaz ve iri dişi tavşan aldım. Kış ayları sorunsuz bir şekilde geçti, baharda havaların kuru ve güneşli olduğu zamanlarda da kümesin kapısını açıp tavşanları bahçeye çıkarmaya başladım. Küçük bir yerde sürekli kalamazlar, yeterince hareket etmeleri gerekiyor.

Ben de bir kenarda elimde bir sopayla durup, kedi ve köpeklerin onlara yaklaşmalarını engelliyorum. Tavşanların bahçede koşturup sevinçle havaya sıçramaları, çevredeki ailelerin küçük çocuklarının da eğlence kaynağı! Anneleri beni bahçede tavşanlarla gördükleri anda, çocuklarını giydirip bahçe kenarına getiriyorlar. Çocuklar tavşanlarla oyalanırken onlar da böylece biraz nefes almış oluyorlar.

Kümesteki tavşanların sayısı birkaç ay içinde onu geçmişti, artık kümesin büyütülmesi gerekiyor. Bu güne kadar etrafı temiz tuttuğum için bana pek ses çıkarmayan apartman sakinleri, bahçede biraz daha genişlememe bakalım seyirci kalacaklar mı?

Ben artan tavşan sayısıyla birlikte kümesi büyütmeyi planlarken, bir sabah komşunun seslenmesini duyduk, bir tavşanın bahçede gezdiğini söyleyince balkondan aşağıya baktım. Tavşanlar bahçeye ölmüş olarak dağılmışlardı. Telâşla apar topar aşağıya indim, bahçede gördüğüm manzara korkunçtu. Gece köpekler kümesin telini parçalamışlar, dışarıya kaçan tavşanları da boğup bırakmışlar. Onca tavşandan geriye bir tek büyük beyaz tavşan kalmıştı.

Hayvanları toparlayıp derin bir çukura doldurup üzerini de kapattım. O anda bütün hevesim kuş olup bir yerlere uçtu, yani onca emek ve uğraş boşuna yapılmış gibiydi. Yaşadığım hayal kırıklığıyla birlikte tavşan çiftliği projem fazla büyümeden sona ermiş oldu.

Reklam

3 comments

  1. Ne güzel anılarmış. Bizim çocuklarımız kısmen yaşadılar, kısmen diyorum zira kendi evimizi yaptığımızda ilkokuldaydılar. Meşhur Pekin ördekleri, tavukları ve tavşanları oldu o tavşanlar heryeri kazıp komşunun bahçesinden çıkıyorlardı.😁 Neyse torunlar ancak çiftlik ziyareti yaparlarsa götüp sevebilecekler.🤷‍♀️ Bir çırpıda okudum yine👍😊

    Liked by 1 kişi

    • Karım emekli olunca, bizler de İstanbul’dan kaçmayı düşünüyoruz. Bahçemiz olursa tavuk yetiştirmek istiyorum ama karım kesilmelerine karşı. Ecelleriyle ölmelerini beklersin diyor, bakalım nelerle karşılaşacağız. Bu arada güzel yorumlarınız için sağ olun.

      Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s