Deniz sevdası

Yazın okullar tatil olduktan sonra haftada bir kaç gün, İdealtepe sahilinde tren yolunun hemen altında denize yüzmeye gidiyoruz. Sabah kahvaltıdan sonra giderken yanımızda götüreceklerimizi hazırlıyoruz. İçecek suyumuzu ve orada yiyeceğimiz domates peynir ekmek gibi şeyleri havlularımızla birlikte çantamıza koyuyoruz. Maalesef İdealtepe istasyonunda ki büfe dışında yakınlarda başka bakkal dükkânı yok.

Konuşulan saatte Ertuğrulların evin önünde toplanıp, hep birlikte yola çıkıyoruz. Feneryolu istasyonundan Gebze banliyö trenine biniyoruz, oradan ver elini İdealtepe. İstasyonda indikten sonra sahil sitelerini geçip tren yolunun kenarındaki patikadan ileriye doğru, kayalıklara on dakika kadar güneşin altında yürüyoruz. Tren yolunun kenarında bulunan kayalıklardan, dikkatle aşağıya doğru iniyoruz. Elimizde bulunan eşyalarımızı kayaların üzerine koyuyoruz ve soyunup denize giriyoruz.

Kayalıkların üzerleri çok kısa bir sürede doluyor. Tabii herkes de bizim gibi İdealtepe’ye gitmeyi tercih ediyor. Deniz tertemiz, alabildiğine kumluk ve öyle derin de değil. Balıklar gözlerimizin önünde kumlarda dolaşıyor, Vatozlar bile sık sık çıkıyor. Bastığımız yerlere özellikle dikkat ediyoruz, Vatoz balıklarından çok çekiniyoruz.

O aralar genellikle bizlere günahını bile vermeyen dayı, nasıl olduysa bana patlak bir araba lastiği verdi. O iç lastiği alıp bizim oradaki SSK Hastanesinin karşısında bulunan, gaz kuyruğunda uzun süreler beklediğimiz benzin istasyonuna gittim. Oradaki lastikçi de önce pazarlık yapıp lastiği tamir ettirdim ve sonra da kompresör havası ile iyice şişirttim.

sambrel_109511

Mahalledekilerle yüzmek için İdealtepe’ye giderken, bu ağır lastikle çok fazla yol yürümeyi göze alarak, hiç üşenmeyip yanımda onu da götürüyorum. Bu kocaman kara lastikle birlikte trene girip çıkması da çok zor olmuyor değil ama denizde üzerinde oturarak dolaşmak işte bu keyif tüm sıkıntılara değiyor.

Akşamüstü yine toparlanıp, tren yolunun kenarından istasyona yürüyoruz. Gelen Haydarpaşa banliyö trenine biniyoruz, oradan ver elini Feneryolu.

Mahallede o aralar Baykuş Bülent ile Ertuğrul’un ısrarıyla, mahallede bir sandal yapılmasına karar verilmiş. Kelle Bülent, İTÜ Makinede okuduğu için işin mühendislik görevini o yerine getirecekmiş. Duyduklarıma göre, büyüklerimiz önce sandalın şekli için aralarında tartışıp karar vermişler. Arkası düz ve boyu da üç metre gibi olacakmış.

Sandalın yapılacağı yer olarak da Baykuş Bülentlerin bahçesinde karar kılınmış. Biz hemen yan apartmanda oturduğumuz için, bizim evin balkonunda oturup ekmeğimi yerken bile onların bahçede yaptıklarını kolaylıkla seyredebiliyorum.

Kayığın önce omurgası yapılmaya başlandı. Omurganın ortası için kalın, yanları için daha ince tahtalar kullanıldı. Geçen iki hafta da sandal iyice şekillenmeye başladı. Allah için gerçekten sıkı çalışıyorlar, biz küçüklere ise kesinlikle el sürdürülmüyor. Biten omurganın etrafı, kontrplak ile kaplandıktan sonra üst kenarları yapılmaya başlandı. Bir sürü yerde küçük delikler göze çarpıyor.

Bir gün arka bahçeden gelen yoğun zift kokusunu duydum. Yerde yakılmış olan bir ateşin üzerine bir peynir tenekesi oturtulmuş, onun içinde de zift kaynatılıyor. Ateşin başında da bizim Baykuş’la Ertuğrul. Zift iyice eriyince, yapılan sandalın tüm deliklerini bu zift ile kapattılar. Sandalın her tarafı zift içinde, ama açık delik de artık pek görünmüyor.

Sandal’ın denize götürülmeden önce denenmesi ve varsa da deliklerinin tespit edilmesi gerekiyor. Nusretlerin oradaki sahanın karşısında, su dolu büyük bir alan var. Ev yapılmak için açılmış ama ne hikmetse öylece boş bırakılmış bir yer. Baharda yağmaya başlayan yağmurlar orayı hemen dolduruyor, dibi kayalık olduğu için de doğal bir havuz gibi oluyor. Kurbağaların ve sivrisineklerin yuvası olan bu yerde, sandalın test edilmesine karar verilmiş.

Test zamanı gelince hepimiz sandalın bir ucundan tuttuk, o kadar kişiyle zaten anca kalkıyor. Dökülen o ziftlerle birlikte sandalın ağırlığı bir kat daha artmış, sanki bir külçe gibi olmuş. Arada bulunan iki sokağı sıkça mola vererek aştık ve suyun oraya geldik. Sandal yavaşça ve dikkatle suya bırakıldı.

Önce esas imalatçılar olarak, Baykuş’la, Ertuğrul sandalın içine bindi. Tahtadan yapılmış olan uyduruk küreklerle, sandalı hareket ettirdiler. İnanılmaz bir görüntü! O zift yumağı sandal gayet güzel yüzüyor. Sırayla hepimiz binip dolaştık, test olumluydu.

Sandalı sudan dikkatli bir şekilde çıkarıp, onu yine hep birlikte kenarlarından tuttuk ve geriye Baykuş Bülentlerin arka bahçesine götürdük. Söylenenlere göre, artık yapılacaklar belliymiş. Önce sandalın su alan yerleri tekrar ziftle kapatılacakmış. Omurgasına zarar vermeden içine girip çıkmak için ayakların basılacağı zemin için farş tahtaları hazırlanacakmış. Ben bir tek faraşı biliyorum ama her neyse sonra da içerisine oturma yerleri yapılacakmış. Bu işlerin ardından da sandal baştan başa güzelce boyanacakmış, ayrıca iki tane de ıskarmoz ve kürek yapılacakmış.

Yapılması kararlaştırılan işlerin bitirilmesi, test sonrasında neredeyse yirmi günü buldu. Sonunda içi ve dışı farklı renklerde boyanmış olan sandal hazır hale geldi. Sandal, Kalamış iskelesine götürülerek orada iskeleye bağlanacakmış. Sözü edilen bu yol bir hayli uzun. Önce yürüyerek mahalleden Bağdat caddesine ineceğiz, ardından devam edip Kalamış’a gideceğiz. Neresinden baksanız, bizim mahalleden oraya kadar en aşağı iki üç kilometre yol var ama bizlerde de inanılmaz bir azim mevcut.

Yine tüm mahalle sandalın bir ucundan tuttuk ve yola koyulduk. İnsanların şaşkın bakışları arasında bazen hırlaşarak, bazen gülüşerek ve sıkça mola verip dinlenerek bu uzun yolu aştık. Kalamış’ta iskelenin yanında bulunan Köhne’nin önündeki kumsalda sandalı dikkatli bir şekilde yere bıraktık. Hepimiz dillerimiz bir karış dışarıda, kumların üzerine serildik. Çok uzun bir yol kat ettik ve artık bir parça dinlenmeyi de hak ettik.

Kendimize gelince, bir gayretle sandalı kenarlarından tutarak dikkatle denize kaydırdık. İlk önce Baykuş Bülent ile Ertuğrul deneme için bindiler, biz iskeleden onları izliyoruz. Uzaktan göze çok komik ve ilkel bir sandal olarak görünüyor, ama verilen emek düşünülünce hepimiz çok da gururlanıyoruz.

Denemeler başarıyla tamamlanınca, o gün sırayla hepimiz Kalamış iskelesinin etrafında sandala binip on beşer dakika gezdik. Çok açılmak öyle pek güvenli değil!

Mahallelinin Kalamış’ta sandal sefası böylece başlamış oldu. Herkes bindikten ve büyükler de gerekli incelemeleri yaptıktan sonra onu iskeleye bağlayıp, mahalleye geri döndük.

Ertesi gün Kalamış’a gidenlerden sandalın iskelede olmadığını öğrendik. Bu zift yığınına çok fazla emek verildiği için hepimiz büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Bu mesele biraz etrafa sorulup araştırılınca gerçekler de ortaya çıktı. Gece sarhoş bir şekilde tekneye binen bazı kişiler, sandalı çok eğlenerek batırmışlar. Bu üzücü olay bizim mahallenin denizcilik hevesini köreltmedi, bilakis kamçıladı. Bundan sonra parasını denkleştirenler sırayla motorlu sandal almaya başladılar.

Voleybol sahasının yanındaki duvarın üzerinde otururken, annemden her hafta aldığım iki buçuk lira harçlıkları biriktirdiğimde, ne zaman sandal alabileceğimi hayal etmeye çalıştım. O kadar uzun bir süre beklemem gerekiyor ki! Kafam iyice karışınca dalıp gitmişim, bir ara önümde bisikletiyle duran Lale’yi fark ettim.

“Hadi, atla arkaya gidelim!” diyen sesiyle kendime geldim.

“Olur,” diyerek duvardan inip yeşil bisikletin arkasına bindim.

O günlerde mahalleye yeni taşınan Macit ile tanıştım, hemen korunun yanında üçgen yapılmış olan apartmanda oturuyorlar. Macit, kafa olarak benden daha fazla gözü kara, ilerleyen zamanda onu tanıdıkça bunu daha iyi anladım.

Onun abisinin büyük bir Amerikan arabası var, Macit’in ehliyeti var mı yok mu bilmiyorum ama o arabayı gayet güzel sürüyor. Eğer rastlarsam beni de alıyor, ver elini Çamlıca, Yakacık. Arabayı delice sürmüyor, sadece alıp başını gitmeyi seviyor. Bu benim çocukluğumdan beri sürekli yaptığım bir şey. Ağrı Dağının eteğinde bile altı yaşında tek başına askerin peşine takılıp cephaneliğe giden biri için şehir içi hiçbir şey sayılır.

Bir gün Macit sevinçle abisinin Amerikan yapımı eski bir yelkenli dragon tekne aldığını söyledi, tekne Moda iskelesinin ön tarafında demirliymiş. Benim yelken bilgim hiç yok, daha önce bir yelkenliye de binmedim, üstelik ne olduklarını da bilmem. ‘Hadi gidip bir görelim,’ sözüyle birlikte Aralık Sokaktan bir minibüse binip Altıyol’a gittik. Bahariye caddesinden yukarıya yürüyerek Moda iskelesinin oraya ulaştık.

ruben ballesterGörsel:Ruben Ballaster

Gösterdiği tekneyi görünce kafam karıştı, benim bildiğim kayıklara hiç benzemiyor, kocaman direği olan kamaralı kuğu gibi bir şey. Buraya kadar gelip de tekneye çıkmamak da olmaz, hemen orada tekneye göz kulak olan adamı bulduk. Abisi kendisine kardeşi Macit’in geleceğini söylediği için adam bize hiç zorluk çıkarmadı ve yelkenli tekneye kadar da sandalla bizleri bıraktı.

Tekneye arkadaki küçük merdivenden ayakkabılarımızı elimize alıp çıktık. Önce dolaşıp sağını solunu inceledik, kamaranın içerisine göz attık. Ben çok bildiğimden değil sadece merakla teknenin neye benzediğini görmek için bakıyorum. Macit, daha önceden yelken kullanmış ama benim böyle bir bilgi eğitimim yok, ayrıca yelkenliye adım bile atmadım.

Tekneyi kendince inceleyen Macit yola çıkmak için hazırlık yapmaya, bana da neler yapmam gerektiğini anlatmaya başladı. Güzelce toplanmış olan büyük ana yelkeni açtıktan sonra ipine birlikte asılarak onu direğin içinde kaydırarak çektik ve iplerini sıkıca bağladık. Önde bulunan flok yelkenini açtıktan sonra bağlantı iplerin her iki yandan da getirip bir yerlere bağladık.

Macit, hemen dümene geçti, ben de söylediği gibi şamandıra ipini söküp önden demiri almaya başladım. Hafifçe esen rüzgârla birlikte tekne sahile doğru sürüklenmeye başlayınca panik oldum ama Macit hemen gerekli müdahaleyi yapıp tekneyi düzeltti. Ben de öndeki işimi bitirip arkada yerime geçince boştaki yelkenleri sıkıp rüzgârı kullanmaya başladı.

Fenerbahçe burnuna doğru yol alırken ana yelkeni iyice gerdi, flok da buna paralel olarak çekildi. Dümen ve ana yelken onda, flok ben de gitmeye başladık. Motor gürültüsü olmadan tekne su üzerinde kuğu gibi yol almaya başladı, rüzgâr artınca buna paralel olarak yattı. Ters döneceğiz korkusuyla Macit’e bakınca onun çok rahat olduğunu gördüm. Bana altta denge sağlayan büyük bir salmanın olduğunu anlatınca ben de gevşedim.

Onun işaretiyle teknenin kenarlarına oturup elimizde ipler teknenin keyfini çıkarmaya başladık. Bir ara tekneden gıcırtılar gelince bunların liftinlerden geldiğini açıkladı, ben dediklerini pek bilmem ama ortada herhalde tehlikeli bir durum da yok.

Çok geçmeden Bostancı çakarına gelmiştik, buraya mahalledekiler köpekbalığı avı için geliyorlar, ben de bir kere onlarla geldim. Macit, yelkenliyi döndürmeden önce yapacaklarımızı anlattı, işaretiyle birlikte floğun ipini serbest bıraktım, o da ana yelkeni gevşetip dümeni çevirdi. Yelkenin çarpmaması için eğildik ve direğin üzerimizden geçmesini bekledik. Tekne dönünce de tekrar yelkeni sıkıp floğu da gerdik.

Böyle zevkli ve keyifli bir yolculuk yaptığımı hiç hatırlamıyorum, iki tane yeni yetme koca tekneyi denizde yağ gibi kaydırıyoruz. Moda Bostancı arasında birkaç defa daha keyifle gidip geldikten sonra tekneyi aldığımız yerde Moda iskelesi yakınında şamandıraya bağlayıp yine demirledik. Bakıcı adam da kayıkla gelip bizi tekneden aldı.

Bizimkilere bu yelkenli olayını anlatmadım ama biz Macit’le birlikte üç dört defa daha denize açıldık, bu güzellik abisinin tekneyi alıp başka yere götürmesiyle sona erdi. Bu yaşananları düşünürken bile heyecanlanıyorum, suyun üzerinde rüzgârla birlikte oynanan oyun çok zevkliydi, bunu ömrüm boyunca hiç unutmadım.

One comment

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s