1965 yılında 23 Nisan tarihi yaklaşırken sınıfta Sabahat Öğretmenim bu bayramın önemini bize geniş bir şekilde anlatmıştı, 23 Nisan 1920 Türk milletinin, yani bu ülkede yaşayan insanların iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açıldığı gündü. Ders olarak da bu önemli olayı, o günlerdeki ülkenin durumunu ve cesurca atılmış adımları işlerken sınıfımızı da bayram heyecanıyla küçük bayraklarla donatmıştık. Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir ülkesinde böyle çocuklara adanmış herhangi bir bayram yoktu, Mustafa Kemal Atatürk, bu günü ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’, olarak ülkenin geleceği olan Türk çocuklarına armağan etmişti.

Bu sene 23 Nisan töreni benim için çok daha başka bir öneme sahipti, ben hayatımda ilk defa okulda sınıf arkadaşlarımla birlikte kalabalığın arasında bir yürüyüşe katılacaktım. Okulda yapılan toplantıya sınıf öğretmenim tarafından davet edilen annem de katılmış ve okulca aile bütçelerini bozmayacak şekilde belirlenen kıyafetleri öğrenmişti.
Erkek çocuklar sanki birer önemli devlet adamıymışız gibi basit yapılmış fraklar giyinecekti. Üstlerde kuyruklu siyah ceket, içte çizgili yelek ve siyah papyon kravatlar, altta siyah gri kalın çizgili pantolonlar, başlarda da büyük silindir şapkalar olacaktı. Yani her şey annemin anlattığı kadarıyla çok ama çok göz alıcıydı.

Bizler kitaplarda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Atatürk’ün böyle giydiği kıyafetleri görmüştük, şimdi bizler de onun gibi olacaktık. Abimin yavrukurt kıyafeti olduğu ve bununla törene katılacağı için bu kıyafet sadece bana dikilecek. Annem vakit geçirmeden beni karşısına alıp mezurasıyla vücut ölçülerimi aldı. Yaptığı hesaba göre de aybaşında da Kapalıçarşı’da bulunan manifaturacılara gidip gereken kumaşları aldı.
Onun ayaklı bir Singer dikiş makinesi var ama döküm olan ayağı tayinlerle biz oradan oraya taşınırken nasıl olduysa kırılmış. Babam da kırılan yerden ayağa kaynak yaptırmış, annem işte o makinada 23 Nisan çocuk bayramı kıyafetlerimi dikmeye başladı. Ben gidip gelip yaptıklarına bakıyordum, arada annem diktiklerini giydirip prova yaparak kontrol ediyordu. Dikiş dikmediği zamanlarda da makinenin ayağına bağlı kayışını çıkarıyordu, benim gizlice o pedallara basıp oyun oynamak için tekerleği çevirdiğimi gayet iyi biliyordu.
Nisan ayının ortasına gelindiğinde okulun bahçesinde tören yürüyüşü için çalışılmaya başlanmıştı. Annemin onca ev işi arasında özenle diktiği elbiselerim de artık hazır hale gelmişti. Takacağımız büyük şapkalar da siyah kalın kartondan kesilip yapıştırılarak özenle yapılmıştı.
Annem bana evde kıyafetleri giydirdiğinde benim görüntümü ve halimi çok beğenmiş olmalı ki, ‘İnşallah ilerde kocaman bir vali olursun oğlum,’ diye içtenlikle dua etti. Bu temennileri ondan sonra her zaman devam etti, o beni öyle görmüş, ilerde büyüyünce öyle olmamı istemişti.
23 Nisan sabahı da okulun istediği gibi ailelerimizle birlikte erkenden okulumuzun, yani Edirne İnönü İlkokulunun bahçesinde toplandık. Kocaman siyah şapkalı ve fraklı erkek çocuklar, rengârenk dökümlü kıyafetleriyle küçük kızlar, yavrukurtlar, aileler, öğretmenler yani herkes heyecan içinde. Ayar yapılan davullar ve trampetler, borular ve çocukların heyecanlı sesleri arasında etrafta sürekli olarak uyarılar duyuluyor,
‘Çocuğum, koşmayın, aman biraz sakin durun,’ ama ne çare?
İçi içine sığmayan, sevinçli, heyecanlı biz çocukları zapt etmek öyle kolay mı?
Okulca yürüyerek gidilecek uzun bir yol ve çıkılacak bir tören olduğu için öğretmenlerimizin yönlendirmeleriyle daha önceden belirlenen sıralarımıza geçip heyecan içinde yerlerimizi aldık ama aklımız hâlâ oyun oynamakta. Önde okul müdürümüzle birlikte Türk bayrağını okulun flaması taşıyan bir erkek ve bir kız öğrencinin yerini almasından sonra okul boru ve trampet takımı eşliğinde ritimle birlikte yanımızda yer alan öğretmenlerimizin kontrolünde parke taşlı yolda yürümeye başladık.

Annem ve babam bizleri kucağında kız kardeşimle birlikte dışarıdan sevgiyle ve heyecanla takip ediyorlar, bir oğulları önde yavrukurt takımı içinde diğeri ise rengârenk minik öğrencilerin arasında. Gözleri genellikle küçüğünü üzerinde, aklına eseni yapmayı sevdiği için onu sıkı takipteler. Kız öğrenciler üzerlerine kat kat parlak uzun elbiseler giymişti, başlarında çiçeklerden yapılmış taçlar vardı. Bizler de sanki birer önemli milletvekili havasındaydık, siyah uzun karton fötr şapkalarımız ve fraklarımızla sanki Türkiye Büyük Millet Meclisin açılışına gidiyor gibiydik. Öğretmenlerimizin uyarılarıyla sıralarımıza dikkat etmeye çalıştık ama ben ilk defa böyle bir törene katıldığım için çok heyecanlıyım. O büyük şapkaları başımızdan düşmeden yürümek hiç de kolay değil, tören öncesi kırılıp yırtılmaması için de onları ellerimize almamız söylendi.

Çevredeki insanların alkışları eşliğinde yürürken gözümüz hep öğretmenlerimizde, Saraçlar Caddesini takip ederek törenin yapılacağı Tugayın oraya kadar gittik. Törenini yapılacağı yolun iki tarafı halk tarafından doldurulmuştu, ayrıca vali ve bir sürü ciddi adamlar ile büyük rütbeli askerlerde tugay tarafında yapılan yüksekçe bir yerdeydiler. Askerlerin yer aldığı büyük bandoyu orada ilgiyle izledik, başlangıçta konuşmalar yapılırken ve diğer okullar tören geçişi yaparken biz sıkıntıyla olduğumuz yerde sıramızın gelmesini bekledik.

Yürüyüş zamanı geldiğinde, törenin yapıldığı caddede bize söylenenleri dinleyip ciddi bir şekilde sıralarımıza uymaya çalışarak alkışlar eşliğinde yürümeye çalıştık. Başımızda kocaman şapkalarımızla birlikte bu çok gurur ve heyecan verici bir şeydi. Orada sınıfımdaki arkadaşlarımın arasında tek başımaydım, gözümüz sürekli Sabahat Öğretmenimizde onu takip ediyorduk. Sıkça etrafıma bakınıp bizimkileri görmeye çalışıyordum ama o kalabalıkta onları ara da bul.
Tören geçişi sonrası yine okula aynı şekilde geri dönülüp oradan paydos edildi, o kocaman siyah fötr şapkalarımız maalesef çok dayanamayıp parçalanmıştı. Edirne’de daha önce hiç görmediğim, tanışmadığım, hiç konuşmadığım başka okullarda ve sınıflarda okuyan çocuklarla bir arada bulunmuş, bir bayramın sevincini ve heyecanını onlarla birlikte yaşamıştım. Bunu sevmiştim galiba ama esas sıkıntıyı elbiselerle ve bizlerle uğraşan büyüklerim yaşamıştı. Üzerimdeki elbiseleri evde çıkarınca kalabalık arasında yaşadığım bu güzel olayın etkisinden çabuk sıyrılıp oyun peşinde koşan çocuk rolüne çabuk girmiştim. Soluğu yine kapının önünde aldım, daha başka ne olabilirdi ki?
Ne güzel günlerdi. Ben İlkokul ikinci sınıftaydım yani 1958 o zamanlar Ankara da tören sırası bizim Bahçelievler/ Ulubatlı Hasan İlkokulundaydı. Geçiş Hipodromdaydı. Güzellikleri anımsattınız teşekkürler. Hikayelerinizi özlemişiz Gürcan Bey. Bir arkadaşım da oynadığımız sokak oyunlarımızı hatırlattı.😉 Selam ve sevgiler
BeğenLiked by 1 kişi
Alev Hanım, güzel yorumunuz için teşekkür ederim, Çocukluğumdaki o güzel günleri yazarken çok keyif aldığımı söylemeliyim. Böylece artık tembellik etmez daha çok yazmaya gayret ederim. Selam ve sevgilerimle,
BeğenLiked by 1 kişi
O tembellik sadece size has değil genelde herkeste mevcut. Siz yazın ben de başlayayım.😊
BeğenLiked by 1 kişi
Söz, elimden geleni yapacağım.
BeğenLiked by 1 kişi
Very beautiful your Fairytale ! I love Edirne, as well as the turkish history ! I have a post about Edirne: https://wp.me/pamsq2-89
BeğenLiked by 2 people
Thank you very much for your nice comment, and your fairy tale analogy is great. I liked your article about Edirne very much, with love and respect.
BeğenBeğen