Masal gibi-Urfa 4

Urfa’ya kış geldiğinde ilk defa yağan kar taneleri ile tanışmamız ise bambaşka bir şeydi. Annemin onu anlatmasıyla birlikte minik elimi camdan dışarıya çıkarıp bu küçük soğuk şeyleri avucuma aldım. Daha sonra annem evin penceresinin dışında iki parmak kadar biriken karları toplayarak, bizlere minicik bir kardan adam yaptı. Sobadan aldığı bir kaç küçük kömürü kullanarak gözlerini oluşturdu, minik bir havuç parçasıyla da burnunu tamamladı. Bu güzel kardan adam, onu keyifle seyrederken olduğu yerde eriyip gidince üzüntüyle şaşırıp kaldık.

17 Şubat günü eski Sağlık Bakanı, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olan Lütfi Kırdar, Yassıada’da mahkemede ifade verirken kalp krizi geçirerek ölmüş. Yani kalbi birden tık diye durmuş öyle mi?Ne bebek işini ne de şu kalp krizi işini pek anlamadım ama olsun.

Lütfi Kırdar Görsel: Hürriyet gazetesi

Aynı tarihte Türk ve Alman iş ve işçi bulma kurumları arasında yapılan anlaşmaya göre;  Almanya’ya her yıl değişik iş kollarında çalıştırılmak üzere 2-3 bin Türk işçisi gönderilmesi kararlaştırılmış. Annem, babama İstanbul’dan gelen mektupta okuduğunu, erkek kardeşinin de Almanya’ya gitmek üzere başvuruda bulunacağını söyledi. Bahsettiği kardeşi bizim dayımız oluyormuş, kendisi bize öteki evde otururken gelmiş, o zamanlar Elazığ denen bir yerde askerlik yapıyormuş. Ben onu hiç hatırlamıyorum ama abim onları nedense çok iyi tanıyor.

Evde yeni gelecek olan bebeğin hazırlıkları yapılırken, doğduğum zaman bana giydirildiği söylenen pembe takımların yanı sıra şişlerle yeni maviler de örülüyor. Annem arada yünleri yumak yapabilmek için mavi çileleri bana tutturuyor, bazen kollarım ağrısa da bu bana güzel bir oyun gibi geliyor. Bu örme işinde niye siyah, yeşil ve kırmızı renkleri kullanmıyorlar işte bunu anlamıyorum, hâlbuki ben kırmızıyı çok seviyorum.

Babam eve geldiğinde radyodan yayınlanan Yassıada’da yapılan duruşma haberlerini dikkatle izliyor. Radyoda bir adamın okuduğu haberi ben de dinledim, pek anlamasam da eski Başbakan Adnan Menderes ve eski üç bakan 10 Mart tarihinde sonuçlanan Çanakkale davasında, başka partiden iki muhalif milletvekilinin seyahat özgürlüğünü engellemekten mahkûm olmuşlar.

Babama seyahat özgürlüğü nedir diye sorduğumuzda bize kısaca açıkladı, bir insanın bir yerden diğerine kendi isteğiyle gitmesine mani olmakmış. Nedenini kurcalamanın bir anlamı yok, böyle şeylerin öğretildiği nasıl olsa okul denen bir şey var.

28 Mart 1961 günü anayasanın halkoyuna sunulması hakkındaki kanun kabul edilmiş. Bu konunun benimle yakından uzağa ilgisi yok, babam bunların meraklısı. Bana göre anayasa dedikleri şey annemin bize yapma dedikleri, babayasa da babamın kulak çekilecek davranışlar konusunda bize yaptığı uyarıları. Şaka bir yana kendisi sıkı bir kulak çekicisi, kulaklarım da böyle giderse geçenlerde yoldan geçerken gördüğüm eşeklerin ki kadar uzun olacak. Ben şahsen annemin terliğini şu kulak işine göre daha çok tercih ederim.

Günler 7 Nisan’ı gösterdiğinde annemin ağrıları arttı, eve ebe teyzenin gelmesi ile birlikte bizler de üst katta oturan Gülşen Teyzelere gönderildik. Kızları Arzu ile birlikte oyun oynarken zaman nasıl geçmiş anlamadım, Gülşen Teyzenin söylediğine göre kardeşimiz yoldaymış. Bu bebek görmeden annemin karnından çıkıp uzaklara mı gitti ki şimdi geri gelmek için yola çıkıyor?

Gülşen Teyze, bizi aşağıya eve indirdiğinde odadan gelen bir bebek ağlaması duyduk, demek ki o annemin karnından dışarıya çıkmaya karar vermiş. Annemin yattığı odaya girdiğimizde kucağında olan bebekle karşılaştık, annem yorgundu, bizleri gülümsemeye çalışarak yanına çağırdı.

“Çocuklar gelin, kız kardeşiniz Semra ile tanışın. Ne kadar güzel ve şirin değil mi?”

Çekinmeden merakla annemin yanına gittik, kucağında beyaz bezlere sarılmış minicik bir bebek vardı. Gözleri kapalı olan bebeği dikkatli bir şekilde inceledim, yolda gelirken biraz zayıflamış galiba, ben onu sanki daha büyük gelir diye bekliyordum. Yani kara kuru bir şey, bana göre öyle pek güzel de değil. İsmini acaba geldiğinde kendisi mi söyledi yoksa annemle babam mı koydu?

12 Nisan 1961 tarihinde ben daha kız kardeşimin nasıl doğduğunu kendimce sorgulayıp anlamaya çalışırken Sovyetler Birliği uzaya ilk insanı göndermiş. Astronot, uzay ne demekse bilmiyorum ama Yuri Gagarin isimli adam uzay denilen yerde 108 dakika kalmış. Ben ancak üçe kadar sayıyorum, demek ki bu daha başka bir şey.

Görsel: Milliyet gazetesi

Biz kardeşimizle doğduğundan beri daha oyun oynama fırsatı bile bulamadan 17 Nisan gününde ABD’nin desteklediği Kübalı muhalifler, Fidel Castro’yu devirmek üzere Küba’ya çıkarma yapmışlar. Domuzlar Körfezi harekâtı verilen bu çıkarma maalesef başarısızlıkla sonuçlanmış. Bu bizim oyun oynamamızdan daha mı önemli yani?

Görsel: vikipedia

Kış geçince evin etrafında oynama izni de çıktı, annem zaten evde bütün işlerle ilgileniyor, üstüne üstlük ortada bir de yeni bebek var.

“Ben seslendiğimde efendim dediğinizi duyacağım, evin etrafından ayrılmayacaksınız.”

Bu uyarıcı tonda söylenen sözler bizim oyun alanımızın sınırlarını çiziyor, yani seslendiğinde onun sesini duymazsak terliği popomuza yediğimizin resmi.

Başka ailelerin çocuklarıyla birlikte evin etrafında her fırsatta oyunlar oynuyoruz. Onlardan laf arasında öğrendiğim yeni şeyleri küçücük aklıma hemen yazdığım kesin, çünkü zamanı gelince onları kendimce kullanıyorum.

23 Nisan 1961 günü yerli yapım 27 Mayıs treni ilk seferini yapmış, ben ne tren ile tanıştım ne de ona bindim sadece gazetede resmini gördüm. Ayrıca bu gün ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası da müze haline getirilmiş. Babamın bize anlattıklarına göre 23 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının öncülüğünde ülkenin dört bir yanından seçilip gelen milletvekilleri ile ilk kurucu meclis Ankara’da açılmış.

Görsel:Pinterest

5 Mayıs günü Amerika Birleşik devletleri de uzaya Alan Sheppard adında bir adamı göndermiş. Hatırlıyorum da kız kardeşimin doğumundan sonraki günlerde Yuri Gagarin adında biri de oraya gitmişti. Bizim burada Urfa’da ki Balıklı göl gibi eğlenceli bir yerse, eğer balıklar da varsa ben de oraya gitmek isterim.

Görsel: Nasa

Annemin geçen sene bizi alıp götürdüğü Balıklı Göl’ün rengi nedense yeşile dönmüştü. Kocaman bulanık bir suyun içinde sürüyle balık birbirine bile çarpmadan orada yan yana yüzüyorlardı. Annem gelirken çantasına koyduğu kuru ekmek parçalarını ve nohutları, balıklara atmamız için bize verirdi. O koca balıkların suya attığımız o ekmek parçaları ile nohutların üzerine iştahla atlamaları ve birbirini üzerinden onları kapmaya çalışmalarına bayılırdım. Orada onları seyrederken zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamazdım. Bu adamlar da uzay denilen yere giderken yanlarına nohut ve kuru ekmek almayı inşallah unutmamışlardır.

Babam akşam eve geldiğinde uzayı ona sorunca büyük bir hayal kırıklığı yaşadım, uzay meğer dünya dışında gece gördüğümüz parlak yıldızların da bulunduğu büyük karanlık bir boşlukmuş.

“O zaman yıldızlar düşmeden orada nasıl duruyorlar?” diye sordum.

Cevap kısa ve basitti.

“Onu okula gidince öğretmenlerinden öğreneceksin.”

Ölme eşşeğim ölme, ben okula gidene kadar onlar oradan düşüp kaybolurlar.

Ben günlerimi oyun oynayarak geçirirken, Mayıs ayının sekizinde İngiltere’de Uluslararası Af örgütü kurulmuş, amacı insan haklarını savunma ve teşvik etme üzerine çalışmalar yapmakmış.

Görsel: Sivilsayfalar

Yine ayın on altısında ise Devlet tiyatrosu sanatçısı Cüneyt Gökçer William Shakespeare tarafından yazılmış olan Kral Lear’ı oynamak için Moskova’ya gitmiş.

Görsel:Tiyatroonline

18 Mayıs’ta yazar Aziz Nesin bir yazısında komünizm propagandası yaptığı için tutuklanmış, 27 Mayıs’ta ise yeni anayasa kurucu mecliste 262 üyenin 260 evet oyu ile kabul edilmiş.            

İşte o günlerde evin hemen karşısında bulunan büyük beyaz blok taşların üzerinde oynarken ayağım kayınca düştüm. Düşerken benimle birlikte kayan bir blok kaya da ayağımın üzerine yuvarlandı.  Ben avazım çıktığı kadar ağlarken etraftan gelenlerin yardımıyla büyük kaya ayağımın üzerinden kaldırıldı. Annem yine her şeyi bir yana bırakıp beni kucağına aldı, panikle koşturarak doktora ulaştırdı. Orada yapılan incelemelerden sonra ayağım alçıya alındı, kocaman taş incecik bacağımı çıt diye kırıvermiş. Kırılan yerin kaynaması için alçı üç ay ayağımda kalacakmış

16 Haziran 1961 günü ben alçılı ayağımla odadan odaya sekerek dolaşmaya çalışırken, ilk Türk otomobili projesi olan Devrim için Eskişehir’de Demiryolları fabrikalarında çalışmalara başlanmış. 48 Mühendis ile 200 kadar işçi bu çalışmada görev almış.

Görsel:Sözcü gazetesi

Haziran ayının yirmi dördünde ise ilk işçi kafilesi Almanya’ya doğru trenle Sirkeci’den yola çıkmış. Annem erkek kardeşi de oraya gideceği için bu konudaki haberleri radyoda sıkı bir şekilde takip ediyor, İstanbul’dan gelecek mektubu da heyecanla bekliyor.

Görsel:Hürriyet gazetesi

Ben o alçılı ayağımla evin içinde sürekli hareket halindeyim annem ise her fırsatta bana söyleniyor.

“Oğlum, senin bir an bile oturduğunu hiç görmedim, içinde nasıl bir enerjin var anlamıyorum. Bu kadar çok dolaşırsan ayağın yanlış kaynayacak, Allah korusun sakat kalacaksın.”

Aslında o baştan sona kadar haklı, küçük bebekle ve evin işleriyle ilgilenirken bir yandan da sürekli beni takip etmek zorunda kalıyor ama ben de sadece bir çocuğum.

Bu çok sıcak günlerde alçı ile boğuşup duruyorum, terleyen ayağım çok kaşınıyor ama istediğim yeri bir türlü kaşıyamıyorum, alçının çıkarılmasına daha çok var. Ben kaşıma işini nasıl halledeceğimi kara kara düşünürken, 9 Temmuz günü ülkede anayasa referandumu yapılmış, yüzde 61,5 evet oyuyla kabul edilmiş.

Görsel: bbc

10 Temmuz günü de Galatasaraylı milli oyuncu Metin Oktay, İtalya’nın Palermo takımına 675 bin Liraya transfer olmuş. Bu konu eminim babamı daha çok ilgilendiriyor, çünkü o bir futbol hakemi.

Görsel: Arka güverte

Kendisi şehirdeki top sahasında hafta sonlarında yapılan maçlara bazen bizi de yanında götürüyor, oynanan oyun değil ama seyirciler ve çevre benim çok dikkatimi çekiyor. Kendince önemli olan maçlarda ise saha kalabalık olacağı için bizleri götürmüyor ama eve yakın olan sahadan arada bir gelen ‘yuh kel hakem!’ seslerini duyuyoruz.

Annem gülerek bize bu bağırışları açıklıyor.

“Çocuklar, seyirciler yine babanıza tezahürat yapıyorlar.”

Anladığım kadarıyla babam her halde orada da duramayıp birilerinin kulağını çekmiş olmalı.

Alçının bacağımdan çıkarılacağı günleri iple çekerken, 13 Ağustos 1961 gece yarısı Berlin duvarı yükselmeye başlamış. Berlin’in Sovyet işgal bölgesi olan doğusu soğuk savaşın simgesi olan duvarla Amerikan işgal bölgesi olan batı Berlin ile ayrılmış. Orada oynayan çocukları şimdiden uyarıyorum, duvarın üzerine çıkmayın, sonra taşlar düşer ve benimki gibi ayağınız kırılabilir. Söylemedi demeyin.

Görsel: Forneo

Alçımın çıkarıldığı gün sevinçten resmen deliye döndüm, her gün sürekli kaşınan bacak bu gün de aksine hiç kaşınmıyor.  Doktor kontrollerini yaptığında bacağın çok iyi kaynadığını söyledi. Annem hayretler içinde, o kadar harekete rağmen böyle bir sonuç onu çok sevindirdi. Pek belli etmesem de ben akıllı bir çocuğum, yaptığım hareketleri bilmez miyim?

10 comments

  1. Doğduğum günü hatırladım yazılanları okurken. Geçmiş her şeye rağmen bizim için güzeldi… Kalemine sağlık… Resmine bakıyorum o yılları hatırlayacak yaşta değil diyorum ama 😉

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın