Yoğurdu üflemek

Kullandığım bilgisayarımdaki çalışmalarımın başına bir şey gelmemesi için bu gün de onları flash belleklerime yedekledim. Zaman ile birlikte teknolojiler de ne kadar fazla ilerledi. PC ile ilk defa 1986 yılında tanışmıştım, çalıştığım şirket tarafından Lotus 123 programını kullanım kurslarına gönderildim. Tabii o zamanlar ofis programları, yani Excel, Word gibi olanlar henüz piyasada pek yoktu. Şimdilerde adı sanı bilinmeyen Lotus 123 programı en geçerli ofis yazılımıydı, ben bu programda hiç yoksa on sene bütün çalışmalarımı yaptım.

Bilgisayarların işleri ne kadar hızlandırıp kolaylaştırdığının bilincindeydim, günlük hayatın en önemli yardımcısı olup çıkmışlardı. Bugünün bilgisayarlarıyla kıyaslanmayacak kadar sınırlı işletim kapasiteleri, hızları ve hafızalarına rağmen kısa bir zamanda vazgeçilmezler arasına girmişlerdi. Çalışma masalara konulmuş o kocaman kasalar ve üzerilerindeki ekranlar arkalarına saklanacak kadar yer kaplıyorlardı.

Hafızaları oldukça sınırlıydı, gigabayt sözcüğü henüz telaffuz edilmezken ancak megabaytlardan söz ediliyordu. Çalışmaları ancak kullanılan birkaç diskette yedekleme şansı olurdu. Kutularca disketler sanki çalışma hafızamız gibiydi. Bilgisayarların evlere yeni girdiği o günlerde ben de 1992 yılında ilk bilgisayarımı almıştım, hafızası 40 megabayt, ram ise 1 idi. Şimdi bu değerler çok komik gelse de daha on yıl önce üniversitede kart delerek, devasa bilgisayarları bile görmeden program yazmaya çalıştığımız o günleri unutmamıştım.

Çalıştığım bankada planlama yöneticisi olarak kullandığım PC doğal olarak daha yüksek kapasiteliydi. Çalışmalarımı Lotus 123 programını kullanarak kendim yazıp hazırlıyordum. Banka kurulalı daha bir yıl olmuştu ama hazırladığım bütçe programı oldukça geniş ve kapsamlıydı. Genel müdürlük dışında şube sayımız birkaç taneydi ama ben tek başıma işleri yürütüyordum. Geçmişe dair yeterince sayısal veriler olmadığı için gelecekteki faaliyet hacmini belirlemek oldukça zordu. Rekabetin çok yoğun olduğu o günlerde hiç kimse gelecek ile ilgilenmiyordu, sadece koşturup kendi bildikleri, alıştıkları gibi hareket etmeye çalışıyorlardı. Ancak büyük bankalarda çalışanlar için sınırlı kaynakları kullanmaya çalışmak çok acıydı.

20191102_163928.jpg

Bankanın kaynak kullanım dengesini görmek, bu paralelde piyasa şartlarını ve kanuni yükümlülükleri göz önünde bulundurarak plan hazırlamak durumundaydım. Sınırlanmaktan hoşlanmayan, hesap vermeyi sevmeyen, belirlenecek hedef ve bütçelere direnen, bunların gerekliliğine inanmayan yöneticilere rağmen yine de inatla haftalarca çalıştım. Yöneticileri her fırsatta yakalayıp bilgi almaya uğraştım. En sonunda ortaya üst yönetime sunulabilecek bir çalışma çıktı.

Bankada gece geç saatte çalışmaya son noktayı koyup huzur içinde bilgisayarımı kapattım. Yarın gerekli dökümanları yazdırıp, bunları dosya halinde yönetime sunacağım. Sabah durakta servisi beklerken eski çalıştığım bankadan fon yöneticisi olan Şükrü Ağabey beni görüp arabasına aldı. Yolda sohbet ederken ona şimdiye kadar olanları ve bugün yapacaklarımı anlattım. Beni bankanın kapısında indirdiğinde teşekkür edip vedalaştık.

Asansörle çalıştığım kata gelince çalışanlar arasında su baskını olmuş sözlerini duydum, şaşırdım yani beşinci katta su ancak tuvaletlerin olduğu yerde ve mutfakta olur. Üzerime çok alınmadan mutfaktan çayımı alıp masama gelirken orada çalışan görevlileri gördüm. Endişeyle oraya gittiğimde masamın bulunduğu yerin su içinde olduğunu gördüm. Gözlerime inanamadım, böyle bir şey nasıl olabilirdi? Bizim katı değil sadece beni su basmıştı.

Şaşkın ve endişeli masama bakarken etrafı temizlemeye çalışanlardan olanları öğrendim. Çalışma be bilgisayar masam cam kenarındaydı, gece yakınımda bulunan kaloriferin borusu patlamış ve su masama doğru fışkırmış. Fark edilip önlem alınana kadar da masam ve bilgisayarım, çalışmalarım, disketlerim fışkıran sıcak suyun altında kalmıştı. Sanki görünmeyen bir el benim masamı görecek açıdan boruyu delmişti, şimdi her şey su altındaydı. Yaşadığım şokla ne yapacağımı şaşırdım, yani su baskınının kişiseli olur muydu?

Bilgi işlemden gelen teknik arkadaş bilgisayarın kullanılabilecek bir yanı kalmadığını söyleyince başımdan aşağıya kaynar sular indi. Hafızayı söküp başka bilgisayarda denediler ama sıcak su onun da canına okumuştu. İşin acı tarafı çalışmamın yedeğini akşam çıkarken yorgunlukla ihmal edip disketlere almamıştım. Böyle bir şeyle karşılaşabileceğimi aklıma bile getirmediğim için elimde birkaç hafta önce program yazım işi bittiğinde tesadüfen aldığım bir yedek vardı. Haftalardır verdiğim uğraşın sonunda tekrar başladığım yere geri dönmüştüm. Onca emek, çaba resmen yok olup gitmişti.

Oturup ağlasam yeriydi ama yapacak hiçbir şey yoktu. Görevliler masamı silip, halıyı ve etrafı makine ile kurutmaya çalışırken, ben de üzüntüyle geriye kalanları gözden geçirdim. Çekmecelerin içine bile su girmişti ve her şey yani su baskını bir tek benim masama olmuştu. Yan masaya bile bir damla su gitmemişti.

O arada bugün benden çalışmayı bekleyen genel müdür yardımcısı yanıma geldi. Etrafın halini dağınık görünce merakla neler olduğunu sordu. Çalışmayı akşam bitirip öyle gittiğimi ama sabahleyin böyle bir çalışmanın yok olduğunu anlattım. Yedekleme konusunda gerekli hassasiyeti göstermem gerektiğini kibarca anlattı. Artık yapılabilecek bir şey yoktu, yönetime sunulacak bitmiş ön çalışmayı resmen sel almıştı.

Bu olay iki hafta zamanıma mal olmuştu, gece gündüz çalışarak çalışmayı tekrar son haline getirdim. Yaşadığım bu talihsizlikten sonra düzenli olarak yedek almaya özen gösterdim. Kutularca disketim oldu ama olsun ben razıydım. Özellikle önemli konularda neredeyse saat başı yedek aldım. Dersimi almıştım özellikle ben böyle talihsizliklerle kişisel olarak karşılaşabilirdim.

Yıllar içinde önce disketlerin yerini diskler şimdi de flash bellekler aldı. Ben kendi adıma mutluyum, artık kutularım yok, sadece parmak kadar küçük şeyler var. Hayatın bana oynayacağı yeni oyunları kestiremediğim için ben yine de her şeyimi dört ayrı bellekte yedek olarak güncelliyorum. Gülmeyin, başınıza gelsin demiyorum ama gelirse beni daha iyi anlarsınız. Ağzı yanınca insan yoğurdu üfleyerek yemeyi öğreniyor.

11 comments

  1. Nasıl da yer bulamazdık o kasalara değil mi 🙂

    Çok can sıkıcıymış! Gülemedim ki hiç.. Fotoğraf makinesine bir şey olmuştu da tüm İspanya fotoğraflarımız uçup gitmişti. Çok sinir bozucu şeyler bunlar.

    Disketlere zaten hiçbir şey sığmıyordu! Neyi kaydetmeye çalışsak ikide bir uyarı verirdi, “diskette yer yok, yeni disket yerleştirin” diye.

    Birkaç gün önce bu disket mevzuu benim de gündemimdeydi. Bu günlerde evim kendini temizletiyor. Her gün başıma bir iş açarak birkaç haftadır evi haşmetli bir temizlikten geçirmemi sağladı. Boya-halılar-unutulmuş eşya, vs. Masaüstü bilgisayarı odanın bir duvarı gibi görmeye alışmış gözler arkasındaki kutuyu hatırlayıp da açınca bir sürü disketle karşılaştı (minimalistler duymasın). Bir arkadaşımla dertleştim o gece. Ne yapacağız bu -şeyleri- şimdi? (O atmış hepsini) Bir sürü disket, bir sürü CD, bir sürü flash disk var evde! Hepsinin içinde de çoook önemli şeyler vardı. Bu dünyada neyin önemli olduğunu bile artık karıştırmış bir bellek için büyük bir cümle ama işte gel gör ki yıllarca damarlarıma işlenmiş değerleri de bir yere kadar çıkarıp ikinci el giysi dolabına atabiliyorum.

    Elinize sağlık. Vallahi gülmedim. Ama.. itiraf edeyim, keyiflendim 🙂

    Liked by 1 kişi

    • Sözünü ettiğiniz temizliği aylardır evde karımla birlikte yapıyoruz. Rahmetli kız kardeşimin Ayvalık’ta bulunan evini gidip boşalttıktan sonra eve döndük ama sanki her şey anlamını yitirmişti. Hızımızı alamayıp evdeki bir çok şeyi atmaya başladık, artık evde disketlerim ve kutularım yok. Söylediğiniz gibi, bu dünyada neyin önemli olduğunu bile karıştırmış olan belleğimiz bir kenara çekilmişti. İçimizdeki ses sadece bir gün sözünü unuttururcasına o gün olmayacak diyordu. Geride kalanlara eziyet etmeyin, atın. Geçmişte fotoğraf konusunda biz de ne çok talihsizlik yaşadık. balayı resimlerimizden bir kaç makara yanmıştı. Şimdi o günleri geriye getirmenin imkanı bile yok. Güzel sohbetiniz için teşekkür ederim.

      Liked by 1 kişi

  2. İnanılır gibi değil gerçekten başınıza gelen çok büyük talihsizlik olmuş. Hiç sormayın başına böyle işler gelmeyen var mıdır?
    Önce evlilik fotoğraflarımız (biz düğün yapmadık) renkli güzel basılsın diye Almanya’ya yollandı geri gelmedi. Sonra Uzakdoğu gezimizin bir kısmı flash belleğe kopyalandı sandık kopyalanmamış. Bir de yazılarımı wordpress’te yazmadan önce bir fotoğraf sitesinde paylaşıyordum, site satılınca geri alamakta geciktiğim bir iki gezi yazım boşa gitti yeniden yazılmayı bekliyor ama bu kez fotoğraflarım 4 HD de depolu. Ancak cd’de olanları henüz kıyıp atamadım. 🤷‍♀️😊

    Liked by 1 kişi

    • Evlilik resimlerinin başına gelen gerçekten çok üzücü. Bizim de balayı resimlerimizin bir kaç makarası yanmıştı. Merakımdan soruyorum, satılan o fotoğraf sitesine girip yazılarınızı kopyalama şansınız hiç yok mu?

      Liked by 1 kişi

      • Yok arkadaşlar hep beraber uğraştık ama olmadı. Fotoğraflarım var yeniden işlerim. Yazılarım için ses kayıt cihazımda biraz var sanırım ben daha çok uğraşacağım. Ama çözerim. Evlilik fotoğraflarıma gelince Ankara evlendirme dairesi Gençlik parkındaydı ve oranın mecburi fotoğrafçısı vardı. Önceleri bize çektirmiyorlar diye kızmıştık iyi ki çekmişler elimizde onlar var imza atarken tabii onlar hep siyah-beyaz. Bir de stüdyo da çektirmiştik neyse ki. benim fotoğraf çeken bir arkadaşım vardı renkli filmle çekmişti parkta. Şimdiki gençler çok şanslı, öncesinde bir de videoları var. 😁

        Liked by 1 kişi

Yorum bırakın