Tarçın – 3

İçerdeki telefon çalınca, gidip onun ekranına baktım, ‘aşkım’ yazısını görünce karımın aradığını anladım. Korktuğum dakikalar işte nihayet gelip çattı.

Onu telaşlandırmadan ve renk vermeden konuşmam gerek.

“Merhaba canım,“ diyerek sakin bir şekilde telefonu açtım.

Karşımda karımın endişeli sesini duydum,

“Canım, nasıl vaziyetler? Kötü bir şeyler var mı?“ diye sordu.

Farkında olmadan bir an yutkundum. Gizli işler çeviren küçük bir çocuğun telaşıyla korktum.

“Tarçın ben yokken kriz geçirmiş, şimdi onu temizledim, merak etme,“ diyebildim.

“Nasıl, bir yerlere çarpmış mı, yarası var mı?“ diye üsteledi.

Kısık bir sesle cevaplandırdım.

“Evet, biraz var ama merak etme hallettim.“

“Eline sağlık canım, ben de erken gelmeye çalışırım,” diyerek telefonu kapattı.

Telefonda hiç sesimi çıkaramadım, ama bu konu da öyle telefonla anlatılacak kadar basit bir konu da değil ki. O arada bir tıkırtı duydum. Tarçın uyanmış ve hole su kabının bulunduğu yere gelmiş, orada ayakta öylece duruyor. Belli ki oldukça çok susamış.

İşte çözümlenmesi gereken yeni bir bilmece daha!

“Beni bekle.” diyerek ona seslendim.

Sesi duyunca bana doğru döndü, yüzünde yorgun bir gülümseme var.

Yanına gittiğimde onun boyunun uzamış olduğunu fark ettim, şimdi karşımda bir çocuktan ziyade yetişkin genç bir adam var. Benim şaşkınlığımda her saniye arttıkça artıyor. Korkmak aklımın ucundan bile geçmiyor ama nasıl davranacağımı iyice şaşırdım. Tarçın bir saat önce çocuk boyundaydı, şimdi ise genç bir delikanlı gibi, sanki uyurken beş altı yaş birden büyümüş. Karım eve gelene kadar bakalım nasıl değişecek?

Düşüncelerden sıyrılıp başında durduğu yerdeki su kabını aldım, yanından geçip mutfağa girdim. Su kabını lavaboya döküp, orada öylece bıraktım. Şimdi ona bir plastik bir bardak bulmam lazım, çok şükür üstteki dolabın içinde yeşil renkli piknik bardaklarını gördüm, içine şişeden de su koyup onun yanına geldim.

Hani biz Türkler dil bilmeden, yabancılara derdimizi anlatmaya çalışırken sesimizi yükseltiriz ya ben de farkında olmadan aynen öyle davrandım. Yani Tarçın da şu haliyle benim için bir yabancı sayılmaz mı?

Şaşkın bir ifadeyle yüzüme bakıyor, elimi gösterip yüksek bir ses tonuyla,

“Bak bu bardak ile su içiyoruz,“ dedim.

Doğal olarak bütün yabancılar gibi, o da ne demek istediğimi anlamadı. Yüzüme ifadesiz bir şekilde bakıyor.

Kolundan tutup, onu mutfak tezgâhının yanına çektim, elimdeki bardağı tezgâhın üzerine koydum. Ardından elimi uzatıp bardağı aldım, onu ağzıma götürüp bir yudum su içtim ve bardağı geri bıraktım. Beni dikkatle izliyor sanıyordum ama onun benimle ilgisi yok, o başka tarafları inceliyor.

Elimde olmadan sinirlendim, ses tonum yine yükseliverdi,

“Oğlum ben su içmeyi biliyorum, sadece sana öğretmeye çalışıyorum.”

Böyle hiddetli bir şekilde uyarınca korkup bir adım geri doğru çekildi. Gözlerinde ki korkuyu çok iyi hissediyorum. Benim de artık kendime çeki düzen vermem ve kendimi terbiye etmem lâzım. Bu çocuğa öyle durup dururken bağırmaları bırakmalıyım. O artık canlı kanlı bir kişi, köpeğimiz değil.

Dostu olduğumu belirtmek amacıyla elimi uzatıp omzuna koymak istedim, garibim ona vuracağımı zannederek korkuyla geriye doğru kaçtı.

O an yüreğim öyle bir burkuldu ki anlatamam. Yumuşak bir ses tonuyla,

“Tamam, bak bir daha gösteriyorum,” diyebildim.

Bardağı tezgâhın üzerine koyup, nefesimi tutup bekledim. Bakalım yanıma gelecek mi?

Sakin ve gülümseyerek baktığımı görünce, usulca tezgâha sokuldu. Elimi uzatıp, onun elini tutarak tezgâhın üzerindeki bardağa yaklaştırdım. Şaşkın bir şekilde bakıyor ama yaptıklarımı da ilgiyle izliyor. Bardağı ona tutturmaya çalıştım, ne yapmaya çalıştığımı anlamadı.

Kendime de bir başka bardak alıp su koydum, onun yanına geldim. Diğer bardağın yanına getirip kendi bardağımı koydum. Elimi uzatıp bir bardağı aldım ve onu ağzıma götürüp, bir yudum su alıp bekledim. Fark ettirmemeye çalışarak yan gözle ona bakıyorum.

Tarçın önce tezgâha eğilip benim bardağımı burnuyla kokladı, sonra elini kaldırıp uzattı ve kendi bardağına dokundu. Usulca parmaklarını oynatıp, benin yaptığımı taklit etmeye çalışarak su dolu bardağı kavradı. Başını kaldırıp hem şaşkın hem de başarmış bir ifade ile bana doğru baktı ve sanki benden bir aferin bekler gibi gülümsedi. Arkasından eğildi, ağzını bardağa dayadı ve her zaman yaptığı gibi yalayarak diliyle suyu içmeye çalıştı.

Doğal olarak tezgâhın üzerine sular sıçradı, ona nedense kızamadım sadece gülümsedim.

‘Bir daha denemeliyim,’ diye düşünerek, elimi onun bardağı tuttuğu elinin üzerine koydum, sonra elini bardakla birlikte tutarak kaldırdım. Düşmemesi için diğer elimle de alttan destekleyerek, elini onun ağzına doğru götürdüm. Bardağı ağzına getirdiğimi anlamadığı için, bir türlü açmıyor ki. Of ya of bu böyle olmayacak, resmen ateş bastı! Su içmeyi bilmeyene öğretmek, bu kadar zor olabilir mi?

Daha ilk dakikalarda onu bu kadar çok zorlamanın anlamı yok galiba, üstelersem de iyice korkacak. Ömrünü köpek olarak yaşayıp, birden yaşadıklarını unutamaz herhalde, o bunca zamandır bildiğini yine aynı şekilde yapıyor.

Belki de önce onu ayna karşısına geçirip, kendisini göstermeliyim. Kendini görmeli, ona yeni halini fark ettirmeliyim.

“Benimle gel,” diyerek kolundan tuttum ve onu tekrar küçük odaya götürdüm. Orada bulunan büyük gardırobun kapısındaki ayna önünde, beraberce yan yana durduk. Yanımda ilgisizce aynaya baktı, ben temizlik yaparken onu küçük odaya bıraktığımda anlaşılan o ayna karşısında kendini görmüş. Bir konu aydınlandı görüntüsünün farkında, üstelik onu rahatsız eden bir durum da yok ama kendini köpek olarak biliyor.

Şu an ihtiyacım olan tek şey biraz dinlenmek ve kısa bir süredir yaşadıklarımı, bir nebze olsa anlayıp hazmedebilmek. Salona gidip, camın yanındaki berjerlerden birine geçip oturdum.

Tarçın da beni takip ederek arkamdan geldi, her zaman yaptığı gibi yanımda bekliyor. Gözümün içine bakıyor, onun istediği eskiden olduğu gibi koltuğa çıkıp, arkamdan dışarıyı seyretmek.

Image(225)

İyi ama artık bu koltuk ikimizi de çekmez. Eğer koltukta arkama çıkarsa başı perdenin üstüne çarpacak, üstelik dışarıyı da göremeyecek.

“Oğlum artık bu koltuğa birlikte çıkamayız, sen gidip öteki koltuğa oturur musun,” dedim ama sadece demiş olmakla kaldım.

Hâlâ yanımda durmuş acınası bir bakışla yüzüme bakıyor, duygu sömürüsü yapmaya bayılır.

Ben hiç oralı olmayınca sonunda pes edip öteki koltuğa yöneldi, bir sıçrayışta onun üzerine çıktı. Koltuktan bir gıcırdama sesi yükselirken, benimde ağzımdan gayri ihtiyari olarak

“Çüş oğlum çüüş!” sözleri döküldü.

O berjerler karımın çocukluğundan beri kullanılıyor, evlenince biz onları severek almıştık.

Doğal olarak kafasını perdeye çarptı, üstelik yarı kapalı panjurlardan dışarıyı görme şansı da yok. Kendini hâlâ köpek sanıyor ve her şeyi de eskiden yaptığı gibi yapıyor ancak artık dört ayak üzerinde değil ki.

Ben seslenince aklı başına geldi herhalde, ama şaşkın bir şekilde bana bakıyor.

“İn aşağıya!“ diyerek sesimi yükselttim.

Korkuyla koltuktan aşağıya nasıl ineceğini şaşırdı. Ayağı takılıp yere düşerken, onu son bir gayretle kolundan yakaladım. Allah korusun ortadaki cam sehpanın üzerine düşse kim bilir ne kadar kötü olurdu.

Elimle kolunu tutarken, onun korkuyla titremesini hissettim. Onu sakinleştirmek amacıyla, hiç düşünmeden yumuşak bir ses tonuyla yanıma çağırdım.

“Korkma, hadi gel.”

İşte o anda hayatımın da hatasını yaptım. Bir anda heyecan içinde kaldı, hareketlenip kapıya doğru gitti. Hadi sözü, onun için dışarıya çıkış lâfıdır.

Kafam iyice yorulmuş, nasılda böyle bir hata yaptım bilemiyorum ama eninde sonunda bu işle de yüzleşmem ve bir çözüm bulmam gerekiyordu.

Her gün en az üç defa Tarçın’ı dışarıya çıkarırım, saat neredeyse dörde geldi, bakalım şimdi ne olacak?

İkimiz, yani iki tane yetişkin adam birlikte kaldırımda yürüyormuşuz. Bunlardan biri yerleri koklayarak yürüyor, ağaçlardan birine ayağını kaldırıp, pantolonuna çişini yapıyormuş. Ardından da dönerek yere çömeliyor ve yine pantolonuna kakasını yapıyormuş. Hayali bile tatsız, ürkütücü, üstelik de adamı tefe koyarlar.

Birkaç şeyin, kesin olarak aydınlığa kavuşması lâzım. Öncelikle, Tarçın’ın ihtiyaçlarını artık evde yerine getireceği gerçeği, ikincisi de bunu nasıl yerine getireceği?

Ben kafamda düşünceler akıp giderken, Tarçın kapının yanında beni bekliyor. Çok sevinçli, artık kuyruk sallayamıyor ama otuz iki dişi meydanda.

Hatırlıyorum da o eve ilk geldiğinde, küçükken balkonda yere serdiğimiz gazetelerin üzerinde ihtiyaçlarını gideriyordu. Zamanı geldiğinde, onu dışarı alıştırana kadar çok uğraşmıştık. Dışarı çıkıp onunla uzun uzun dolaşırdık ama o ne çişini nede kakasını yapmazdı. Kapıdan içeriye girince de koşa koşa balkona gider, incilerini dökerdi.

Şimdi de artık evde bu işi yapması gerektiği konusunda, onu tekrar ikna etmemiz gerekiyor.

Adam şimdi karşıma geçip,

“Ee yani, bu işin suyunu çıkardınız. Bir öyle bir böyle bu iş çocuk oyuncağı mı?” diye isyan etse ona vereceğim bir cevap da yok. Allahtan çocuk daha konuşmayı beceremiyor.

Pratik kafamı çalıştırıp hemen banyoya gittim ve yerdeki her şeyi kaldırdım. Tuvalet kâğıdını yerinden aldım. Yer silme kovasına, biraz çamaşır suyu koyup doldurdum. Hazırım artık.

Sakince kapıya yöneldim. Tarçın’ı kolundan tutup onu banyoya getirdim.

Şaşkın bana bakıyor, benim ona ne yaptığımı önce göstermem lazım. O bir şeyini tutup, klozetin deliğini tutturmaya çalışmıyor ki. Sadece ayağını kaldırıp, nereye olursa işiyor.

Bence oturarak bunu öğretmeye çalışayım, hiç olmazsa etraf çok fazla kirlenmez.

Pantolonumu indirip, klozete oturdum. Önümde her zaman yaptığı gibi, bana bakıyor. Eskiden önümde oturup patisi ile hadi der gibi beni dürterken, bir utanma hissetmem için gerekçe yoktu, ama şimdi tüm yüzüm kıpkırmızı oldu.

Ardından her zaman yaptığı gibi, klozete eğilip beni koklamaya da başladı. Yüzüne bakıp konuşmaya başladım, bu şekilde utanmamı da unutmaya çalışıyorum.

“Tarçın, bak artık çişini burada böyle yapacaksın.”

O etrafı dikkatle koklarken, onu izlemeye çalıştım. Gördüğüm kadarıyla artık ne söylediğimi de dikkatle dinleyip anlamaya çalışıyor.

Tuvalet kâğıdını da kullandıktan sonra kalkıp pantolonumu çektim. Ardından kolundan tutup, onu klozetin önüne getirdim ve yüzünü bana doğru çevirdim. Kayışından başlayarak pantolonunu ve çamaşırını aşağıya indirdim, arka arka onu tutarak klozete oturtmaya çalıştım. Bana direnç gösterince, sesimi yükselttim.

“Sana bir şey öğretmeye çalışıyorum, direnmekten vazgeç.”

Bir tek o ses yüksekliği, onu harekete geçirebiliyor. Tekrar onu klozete oturtmaya çalıştım. Bu sefer korkarak, sözümü dinleyip oturdu.

Derin bir nefes aldım,

“Hadi çişini kakanı yap bakalım.” deyince onu tutmama hiç fırsat vermeden kalktı ve pantolonunu sürüyerek dış kapıya yöneldi, orada beni beklemeye başladı.

Hiddetle yanına geldim,

“Dışarı çıkmayı unut! Sen beni el âleme rezil mi edeceksin?” diye söylenmeye başladım.

Başı önde bakıyor, neye kızdığımı da anlamaya çalışıyor.

“Bak oğlum, sen artık bir köpek değilsin,” diyerek bir şeyler anlatmayı denedim, kolundan tutup tekrar onu banyoya doğru sürüklemeye başladım.

Allahtan korkup direnmiyor, sinerek önümde gidiyor.

Banyoda onu tekrar klozete oturtmaya çalıştım ama bir türlü başarılı olamadım.

Yapılacak tek bir şey var bunu karımla birlikte gösterip öğretmek. O daha sabırlıdır.

Tekrar onu toparlayıp giydirdim. Karım eve gelmeden bir şey yapmamaya karar verdim.

Sıkıntıyla gidip bilgisayarı açtım, o da gelip yere yanıma oturdu. İlgiyle ve birazda şaşkınlıkla beni izliyor. O arada kapının zili çaldı,

“Kim o?“ diye seslendiğimde karımın sesini alınca çok sevindim.

Merak edip eve erken gelmiş.

Tarçın her zaman yaptığı gibi, kapının yanında yerini çoktan aldı. Çok ilginçtir, insanlardan uzak duran ve kendini hiç sevdirmeyen Tarçın, biz dışarıdan her gelişimizde büyük bir sevgi gösterisinde bulunur. Günde elli kere dışarı çıkıp gelin, o yine aynı şekilde davranır.

Sürekli yaptığı gibi sevinçle karımın üzerine atlamasın diye onun koluna girip usulca tuttum.

Bakalım karımın tepkileri ne olacak?

Asansör kapısı açılınca gülümseyerek karım çıktı, biraz da endişeli vaziyet nasıl der gibi bakarken yanımdaki Tarçın’ı gördü.

“Evde misafirimiz olduğunu bilmiyordum, merhaba ben Banu. “ diyerek tokalaşmak üzere elini Tarçın’a doğru uzattı.

Otuz iki dişi ortada sevinçle gülümseyen Tarçın’ın kolunu hiç bırakmadan

“Canım içeri gir kapıyı kapatayım, siz de öyle tanışın isterseniz,” dedim.

Karım içeriye girince hemen kapıyı kapadım. O arada kolunu bıraktığım Tarçın koşarak oturduğumuz odaya gitti ve zıplayarak kanepenin üzerine çıktı. Oradan ayakta bize doğru bakmaya başladı.

Karım gördüğü şeylerden dolayı şaşkın, önce bana sonra kanepede ayakta duran Tarçın’a baktı. Kafasında oluşan bir sürü sorunun cevabını hemen almak istediği de kesin.

“Tarçın nerede, uyuyor mu?” diye sordu.

Ben cevap veremeden içeriye doğru ıslık çaldı.

Islık sesiyle kanepeden inen Tarçın, sevinçle karımın üzerine doğru gelince şaşkınlıkla beni öne doğru çekiştirdi.

Korkulu gözlerle,

“Tarık, neler oluyor anlatır mısın?” diye endişeli bir şekilde sordu.

“Valla anlatacaklarıma hiç inanmayacaksın,” diyerek söze girdim. “İstersen ayakkabılarını çıkarıp içeri gel ve bir yere otur, her şeyi ondan sonra anlatacağım.”

Robot gibi soyunup kanepeye gidip köşeye oturdu, Tarçın doğal olarak sıçrayıp yanına çıktı.

Karım korkuyla yerinden fırlarken,

“Neler oluyor, bu adam kim?” diye kızgınlıkla tekrar sordu.

Anlatmaya başlamadan sesimi yükselterek Tarçın’a kızdım.

“Otur artık.”

Karım da karşımda bir iskemleye oturunca, anlatmaya başladım. Öğlenden beri karşılaştığım olayları, sonrasında yaşadıklarımı sırasıyla ona da anlattım ve sonunda da,

“Bu karşındaki genç adam inanmayacaksın ama Tarçın,” dedim.

İşittiklerine inanamadı, üstelik bir anlam da veremedi. Endişeli gözlerle bana bakıyor.

“Gel bir şey göstereceğim,” dedim ve onu arka odaya götürdüm.

Bir köşeye koyduğum o kanlı postu gösterdim ve o anda film koptu. Karım olduğu yere yığılıp bayıldı. Ben ne kadar salak biriyim, onu zaten kan tutar. Bunu unutup ona nasıl kanlı postu gösteririm?

‘Zaten anlattıklarım da sinirlerini iyice germiş olmalı,’ diye düşünerek, koşup kolonyayı banyodan kapıp geldim.

Tarçın, kapıdan şaşkın bir şekilde bize bakıyor.

“Uyan canım,” derken, burnuna da evde bulunan bebe kolonyasını koklatmaya çalışıyorum.

Biraz sonra yavaş yavaş kendine geldi.

“Rüyamı gördüm, yoksa?“ derken şaşkınlıkla kapıdan ona bakan Tarçın’ı fark etti.

O anda sinirleri boşaldı, hıçkırarak ağlamaya başladı.

Tarçın, hiç beklemeden iki adımda yanına geldi. Kafasını eğip onun kollarının altına sokmaya çalışınca, o anda karım onun Tarçın olduğunu anladı.

Bir yandan ağlamaya, bir yandan da onun başını sevmeye devam ederken,

“Güzel köpeğim benim,” sözleri dudaklarından dökülüyordu.

3 comments

  1. Mihayl Bulgakov’un Köpek Kalbi’ni okumuş muydunuz? Aslında distopik bir sistem taşlaması, ama yazarın bunu anlatmayı seçme şekli sizin hikayenizdeki dönüşüm temasıyla benzerlikler taşıyor. Sevgiler…

    Beğen

Yorum bırakın