Söz verirken iki defa düşünmek gerek

Bir sürü beden sırası geldikçe aramızdan ayrılıp kendi yollarına gidiyor. Bizler anlayabilsek de anlayamasak da görünmeyen bir çark dönüyor. Bir sürü insan sevdiklerinin acıları ile yaşamayı öğreniyor. İnsanoğlu hiç bir şeyi unutmuyor, gözleriyle gördükleri hafızasına silinmemecesine kazınıyor. Yaşam böyle bir şey işte, elden bir şeyler gelmiyor.

Zaman içinde acılar tekrar tazeleniyor, burunların direkleri sızlıyor üzüntüyle ama işte hepsi bu kadar. O sıranın bir gün bize de geleceğini bilerek hayata yine devam ediyoruz.

20180330_153111Görsel: Elif Banu Şen

1989 yılı sonbaharında canım annem hastalandı, önce mide ülseri teşhisi koydular ve ameliyata aldılar ama sonradan anlaşıldı ki hastalığı kolon kanseri. İlerleyen zaman içinde yapılan tedavilerin etkilerini görünce, durumun vahametini kendisi de çok iyi anladı ve bize bir vasiyette bulundu.

“Öldüğümde beni sakın morga koymalarına izin vermeyin.“

Belli ki çok korkuyordu.

“Boşuna endişeleniyorsunuz, bunun olmasına asla izin vermeyiz,“ diyerek ona çocukça bir söz verdik.

1990 yılının Ekim’inde her şey tepetaklak gitti, Kasım ayı başında bir gece annem çok kötüleşti. Ambulansla askeri hastaneye götürülürken kalbi çoktan durmuştu. Acil servisin dışında çaresiz bir şekilde doktorlardan gelecek haberi bekledik. Çok geçmeden kalbin yeniden çalıştırıldığı haberini alınca dünyalar bizim oldu. Annemi bekletmeden yoğun bakıma aldılar, sadece kız kardeşimin yoğun bakım girişindeki salonda beklemesine izin verdiler. Bizler mecburen dışarıda bekledik.

İlerleyen günlerde annemin sağlık durumu kritik seviyede kaldığı için onu yoğun bakımda tutmaya devam ettiler. Kız kardeşim anneme yardımcı olmak için yoğun bakımın girişindeki bekleme yerinde kalmaya devam etti. Ben sabahları servisle çalıştığım bankaya, akşam eve dönünce de hazırlanıp arabayla hastaneye gidiyordum. Hem annemi görme ümidiyle hem de kan, trombosit ve benzeri şeyler acil olarak gerekebilir düşüncesiyle hastane otoparkında uyuyordum. Arabada artık bir battaniye ile yastık da bulunduruyordum. Sabaha karşı eve dönüp hazırlanıyor, servise binip doğruca işe gidiyordum. Babam ise gündüz hastanede kız kardeşime yardımcı olmaya çalışıyordu, gece ben gelince o eve dönüyordu. Artık yatakta uyumayı iyice unutmuştuk ama bunun pek fazla önemi yoktu.

Bir ay dolduğunda annemin durumu iyice kötüleşmişti, zaten zorla çalıştırılan kalbi sayesinde son uzatmaları oynuyordu. Doktorlar arada içeriye girip uyanık olan annemi görmemize izin veriyorlardı. Annem, uykusunda sürekli olarak büyük oğlunu sayıklayıp duruyordu, belli ki onu görmeden son nefesini vermek istemiyordu. O ise İzmir’de hiçbir şey olmamış gibi işinde çalışmaya devam ediyordu.

Bu durumu başka olaylarda da gözlemlemiştim, insanlar yanı başında olan kişilerin değerini nedense anlamıyor, zihinleri onlara uzak olanlara takılıp kalıyor. Sorulduğunda, anne babalar için bütün çocuklarını birdir, deyip örnek olarak hep ellerindeki parmakları gösterirler. Üstelik kendilerinden emin bir şekilde soruyla cevap verirler, Kes bakalım hangisi acımaz?

Oysa derinlerde yer etmiş olan gerçekler, bilinç bulanınca ortaya çıkar. İşin doğrusu bazıları maalesef aile içinde daha öndedir ama hep gizlenmeye çalışılmıştır. Yani sarf edilen sözler yalandan öteye gitmez.

Kız kardeşim ve ben o zor günlerde durumun ümitsiz olduğunun bilincindeydik ama elimizden geleni kendimizce yapıyorduk, gerisi bizi pek ilgilendirmiyordu. Biz vicdanımız ve kalbimiz ne diyorsa onu yerine getiriyorduk. Annemin mutlu olması, son günlerini huzurlu geçirmesi için hiç istemesek de biraderi arayıp durumu iletmek zorunda kalıyorduk, sonuçta onun da annesiydi.

O ise her zamanki tavrıyla azarlar şekilde bizlere sesini yükseltiyordu.

“Tamam, anladım işimi ayarlayınca oraya hemen geleceğim.”

Mübarek böyle ne önemli işmiş?

Ben de bankada çalışıyordum ama her gerektiğinde bana izin veriliyordu. Kız kardeşim büyük bir inşaat şirketindeydi ve bir aydır işinde idare ediliyordu, yani doğrusu da buydu.

O hafta her an kötü haberi almayı bekledik ama annem büyük oğlunu görmeden ölmemek için adeta çırpınıyordu. Hafta sonunda bankadan arkadaşım Kubilay da annemi ziyaret etmek için benimle birlikte hastaneye geldi. Doktorlar izin verince beş dakika oda kapısından kendisine baktık. Annem, kapıda hayal meyal gördüğü Kubilay’ı büyük oğlu zannedince rahatlayıp huzur içinde gülümsedi. Babamla birlikte gece saat bire kadar hastanedeydik, arabayla eve döndüğümüzde acı haberi aldık, annem son nefesini vermişti.

Onu almak için hemen geriye döndük ama biz evden çıkıp oraya ulaşana kadar, kurallar gereği onu yoğun bakımdan alıp çoktan hastanenin morguna indirmişlerdi. Gece yarısı merhumun çıkış işlemlerini yapacak olan bölüm kapalı olduğu için sabah beklenecekti. Ona vakti zamanında verdiğimiz sözümüzü tutamamıştık, içimize dert oldu ama çaresiz onu yapayalnız morgda bırakıp eve geri döndük.

Durumu telefonla biradere haber verdik, kendisi bir anda kuş olup sabah İstanbul’a ulaşmıştı. Belli ki nasıl olsa ölecek olan annesi için zamanını harcamaya gerek duymamıştı.  Ertesi gün erkenden hastanedeydik, çıkış işlemlerini bitirdikten sonra oradan morga gittik. Evrakları ilettiğimiz görevli, orada bulunan büyük bir dolabın geniş gözünü sakince çekti. Anneciğimin cansız bedeni orada öylece yatıyor, üstü bir örtüyle örtülmüş. Yüzünü görmek için örtünün kenarını açıp, içimiz ağlayarak ona baktık. Artık acı çekmiyordu biliyorduk, huzura kavuşmuştu. Hiç bir ifade yok yüzünde, çenesi bir sargı beziyle bağlanmış. Kısacık saçları pamuk gibi beyazlamıştı, oysa daha elli sekizindeydi.

O birkaç gün hızlı bir şekilde geçti ve birader ailesiyle birlikte İzmir’e kendi hayatına geri döndü. Peder Bey yaşadığı Şarköy’e dönerken, bizler de kendi hayatlarımıza bıraktığımız yerden devam ettik. Peder beyin ölümünden sonra bizim birader, ilerleyen yıllarda bizlere karşı olan umursamaz ve egoist tavrını hep sürdürdü. Kendi menfaatlerini hep ön plana aldı, dünyanın kendi çevresinde döndüğünü zannetti.

Aradan uzun seneler geçti, tanıyanlar bizi hep iki kardeş olarak bilirler. Biraderin adını ağzımıza hiç almayız, resmi işler dışında kesinlikle görüşmeyiz. İyi veya kötü olayları onunla hiçbir şekilde paylaşmayız. Bizim büyük birader ise araya neden bu kadar çok mesafe koyduğumuzu, onu aile büyüğü olarak görmediğimizi tam olarak çözmüş değil.

13 Kasım 2018, (Fethiye Annemin anısına, her neredeyse nurlar içinde kalsın.)

2 comments

  1. Bilimsel olayların yanısıra inkar edemeyeceğimiz bazı ruhani durumların olduğu gerçeği yadsınamaz. Benzer bir durumu yaşadığım için çok iyi biliyorum.

    Allah sabır versin! Annenizin ruhu şad olsun!

    Beğen

    • Yorumunuz için teşekkür ederim. İnsan hayatta her an yeni bir şeylerle karşılaşıyor. Öğreniyorum, biriktiriyorum, iyi veya kötü unutmuyorum. Görsel hafızam gerçekten iyidir ama bu beni bazen çok yaralıyor. Hayat bu işte!

      Liked by 1 kişi

Ebedigenclik için bir cevap yazın Cevabı iptal et